Şampiy10
Magazin
Gündem

Düşmanımla dövüşmeyi severim ama onun bile önemi yok...

.

ABONE OL
Vatan Haber

Kimileri canı sıkıldığında, olan bitenden kaçmak istediğinde uyur.

Uykuya sığınmak, her şeyi yok saymak, uyandığında her şeyin değişeceğini ummak iyi gelir bazılarına...

Ben uyumam. Uyuyamam...

Kaçmak, korkmak, beni her zaman daha fazla ürkütmüştür...

Uykuya dalmak, kendimi hayattan saklamak beni daha çok korkutur.

Ben, dert neyse... Onu karşıma almayı severim...

Onu günlerce, bir dakika bile kaybetmeden düşünmek isterim.

Onunla konuşurum... Mutlaka karşısına dikilirim.

Onunla dövüşmeyi, onu yenmeyi, onu kabullenmeyi bilirim.

Ben canı sıkıldığında uyumaktan korkanlardanım.

Acıyan yarasına parmağını basanlardanım.

Acısından kaçanlardan değil, acısını sevenlerdenim.

Bunu da daha akıllı, daha güçlü olduğum için değil, bunun bana daha iyi geldiğini düşündüğüm için yaparım.

Bunu bilen ama kendimi yorduğumu düşünen bir dostum, bir mektup yazmış bana...

Çok uzun zamandır bir mektup almamıştım. El yazısı ile yazılmış üstelik.

Dostumu yakından tanırsınız. Onun ne denli hoş biri olduğunu bilirsiniz.

Ama isminin bile önemi yok aslında, yaptığı dostluğun yanında...

Bana şunu yazmış:

“Ünlü Fransız şairi Prevert’in dediği gibi yapsan biraz keşke...

‘Şapkamızı kafese, kuşumuzu kafamıza’ koysan...

Öyle çıksan hayata, sokağa...

Ve Prevert’in generali gibi sorsa herkes:

- Ne o, selam vermek yok mu?

Sen de kuş gibi ‘Yok, selam vermek yok artık’ desen...”

Prevert’in Kışlanın Dışında adlı şiirini yazmış bana...

“Kalpağımı kafese

Kuşu kafama koydum, dışarı çıktım.

Ne o dedi komutan sokakta,

Selam vermek yok mu artık?

Hayır, dedi kuş;

Selam vermek yok artık.

Bağışlayın, dedi komutan:

Ben var sanıyordum da.

Aldırmayın canım, dedi kuş,

Her insan yanılabilir.”

***


Düşündüm mektubu okuduktan sonra, bunu yapabilirim.

Belki hâlâ uyuyamam ama bunu yapabilirim.

Ve şapkamı kafese, kuşu da kafama koyup çıktım dışarı.

Yürüdüm sokaklarda...

Kimlere rastlamadım ki!

Ama benim hayâlimde kuş yerine hep ben cevap veriyordum.

Politikacılara rastlıyorum. Soruyorlar:

- “Politikanın önemi yok mu?”

Hemen cevap veriyorum:

- “Yok, politikanın da önemi yok.”

Politikacı özür diliyor:

“Ah pardon, ben önemi var sanıyordum da.”

Zengin adamlara rastlıyorum sonra:

- “Ne yani paranın da mı önemi yok?”

- “Yok, paranın da hiç önemi yok.”

Üzülüyor zenginler, şaşkın, zavallı:

“Çok özür dileriz biz paranın önemi var zannediyorduk da” diyorlar.

Yakışıklı adamların, güzel kadınların yanından geçiyorum ardından...

“Ne oluyor, bize de mi aldırmayacaksın? Güzelliğin de önemi yok mu yani?” diyorlar.

- “Yok, asıl güzelliğin hiç önemi yok.”

Kadınlar, adamlar üzülüyor:

“Hay Allah, biz var sanıyorduk da.”

Düşmanlara rastlıyorum sonra...

Burada kuşu zor tutuyorum açıkçası. Keskin gagasıyla anlatmak istiyor çünkü, onların da hiç önemi olmadığını...

Siz de arada bir kuşu kafanıza, şapkanızı kafese koyup dolanın hayatın içinde.

Ne politikacıların, ne güzel kadınların, ne zengin adamların, ne komutanların, ne düşmanlığın önemi kalmasın.

Şapka kafeste, kuş kafamızda uçup gidelim sonra...

***


Rakı içmenin adabı!

Salah Birsel edebiyatında rakı, “gençlik suyu”dur.

Bu anlatımı hep sevmişimdir.

Rakı içmeyi o kadar sevmem ama rakı içmenin adetlerine bayılırım.

Meze, meyhane, çilingir sofrası, sohbet, balık, çalgı, fasıl, sigara...

Overteam Yayınları, Yeni Rakı sponsorluğunda bir rakı ansiklopedisi hazırlamış.

Kitabın çıktığını bir yerlerde okumuş ama kitabı karıştırma fırsatı bulamamıştım.

Gerçekten uzun zamandır bu kadar zevkle okuduğum bir kitap olmadı.

İçinde rakıya ilişkin neler yok ki...

Çoğunlukla gazetecilerin gittiği Asmalımescit’teki Yakup’u duymuşsunuzdur mutlaka.

Önünden geçerken bile gazete koridorlarında rastamadığınız kadar gazeteciye rastlarsınız orada.

Yakup’un olduğu yerde eskiden Nil Lokantası varmış.

Bahçesinde piyano çalınırmış.

Selahattin Hilav, Ömer Uluç, Sevim Burak, Demir Özlü, Leyla Erbil, Edip Cansever müdavimlerindenmiş. Hayat nasıl da değişmiş!

Rakıya buz konmazmış.

Mutlaka koyacaksan soğuk su önce, buz sonra...

Önce buz koyarsanız, anason kritalize olacağından rakının tadı bozuluyormuş.

Her seferinde meyhanede aynı yere oturmak, o köşeyi benimsemeye “kabak asmak” deniyormuş.

50’lerin ikinci yarısına kadar kadınlar meyhaneye giremiyormuş.

Sert içkileri kadınla beraber düşünmek neredeyse tabuymuş. Bunu ilk kıran kadınlar Güzin Dino, Mina Urgan, Leyla Erbil, Sevim Burak, Tomris Uyar, Durnev Tunaselli‘ymiş.

Sabah rakısı varmış, en ilgimi çeken bilgilerden biri bu oldu.

Adına da sabuh deniyormuş. Sabah bir tek rakı içerler, öğleden sonra kaylule adını verdikleri öğle uykusuna yatarlar, akşam dinçlenmiş akşam rakısına otururlarmış.

Ansiklopedide 1775 madde var.

Ben en çok meyhanelerin hikâyelerini sevdim.

Meyhanelerde bir tarih saklı olduğunu bu kadar da bilmiyordum.

***


Art Project de mi ucube?

Google’ın yeni hizmeti Art Project, dünyadaki 17 uluslararası müzeyle beraber internet kullanıcılarına galerilerde dolaşma imkânı veriyor. Toplam 1060 sanat eserini yanındaymışsınız gibi görebiliyorsunuz. Sanki müzenin içinde gerçekten dolaşıyormuş gibi... Bakamamıştım hiç...

Hayat, böyle güzel zevklere zaman ayıramayacağım kadar yoğundu. Kaan Sezyum’da okudum ki, zaten vaktim olsaydı da göremeyecekmişim. Çünkü dünyada başlayan bu hizmet Türkiye’de yokmuş. Nedeni bile belli değil. Bir bilen var mı?

***


D&R’dan tuhaf ambargo

Bir+Bir diye bir dergi var...

Çoğunlukla okuduğum bir dergi değil, raflarda bazen gözüme çarpardı.

Ocak sayılarını biraz gecikerek çıkarınca, okuyucudan özür dilemek için İstiklal Marşı’nın dizelerini kendilerine göre uyarlayıp matrak birşey yazmışlar.

“Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı okur

Kahraman tayfana bir gül ne bu surat bu homur...” diye başlayan satırlar.

Buraya kadar hikâye heyecanlı bile değil.

Hatta bir ömür boyu bunu bilmeyebilebilirdik.

Ama bunu farkeden biri, kim bilmiyorum ama öğrenmek isterdim doğrusu, rahatsız olunca D&R kitapçıları dergiyi raflarından indirip satmaktan vazgeçmiş.

Haber yayıldı.

Ve beklenen de oldu. Şimdi herkes dergiyi merak ediyor.

“Her işte bir hayır vardır” dedikleri bu olsa gerek.

Çünkü meğerse bu dergiyi, dergicilik tarihinin en başarılı işlerinden Express ile Roll’u çıkaran ekip çıkarıyormuş.

Bunu öğrenmiş oldum.

Bunu bilmemekten utandım.

Hatta öğrendim ki D&R, Roll’u almasına rağmen Express’i de satmıyormuş zamanında. “Siyasi dergi bu. Biz ‘nötr’ dergi satıyoruz” demişler.

Nötr dergi!

D&R’ı anlamakta zorlandım.

Bir kez de onlar adına utandım.

Kimi kimden koruyorlar acaba?

Bilginin tek tuşla hayatımıza girdiği bu çağda bizler için endişe ediyorlarsa, aman etmesinler.

En hafif tabirle komik oluyorlar.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Olanı sevmek...
  2. “Akrep gibisin kardeşim”
  3. Yazarımız rahatsızlığı nedeniyle bugünkü yazısını yazamamıştır.
  4. Acılar usta, bizler çırağız...
  5. “Bırakın doğa size dadılık etsin”
  6. Bu kış hayat ağır geldi...
  7. Yalan söylüyoruz!
  8. Bu hayat, siz böylesiniz diye böyle!
  9. Biz herşeyin iyi olmasını istemiştik...
  10. Kim öldürüyor bizi?

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.