CHP iktidar olur mu?
.
Referandumda herkesten hayır oyu isterken kendi seçmen kaydı olmadığı için oy kullanamayan Kemal Kılıçdaroğlu’nu düşünüyorum günlerdir.
Onca yanlış şey söyledi, nedense hiçbirinde o yanlışların o kadar yanlış bir şey olduğunu düşünmedi ve eleştirilere kulağını tıkadı, ta ki oy kullanamayana dek.
Ben bunun Kılıçdaroğlu’nu diğer hatalara benzemeyen bir şekilde çok derinden yaraladığını düşünüyorum.
CHP için galiba tekrar değişim zamanı.
Edebiyat dünyasında her zaman istikbal vadeden yetenekli gençler vardır. Çoğu ‘İstikbal vadeden yetenekli bir genç’ olarak ayrılır dünyadan. Pek azı büyük yazar konumuna ulaşır.
CHP de politika dünyamızın yıllardır, iktidar olma ihtimali varmış gibi gözüken partisi rolünde...
Lakin yıllar geçiyor, CHP iktidar olma ihtimalinden bir adım bile öteye gidemiyor.. Hatta çoğu zaman ‘ihtimal’ kelimesi bile abartılı duruyor CHP’den bahsederken.
Peki neden CHP bu görüntüden kurtulamıyor?
Niye kitlelere bir heyecan ateşi yayamıyor?
Görülebildiği kadarıyla CHP eski hareketsiz devletçiliği konusunda bir türlü ne yapması gerektiğine karar veremiyor.
O hantal geri zihniyeti CHP’nin de çok beğendiğini sanmıyorum.
Sanki değiştirmek de istiyor. Ama bunu bir türlü yapamıyor.
Bazen iki adım gerileyip eski CHP anlayışına sahip çıkıyor, oranın hareketsiz olduğunu anlayınca üç adım ileri atmak istiyor, bu sefer de AKP’nin alanına giriyor.
Kendisine yeni bir alan yaratmak istiyor orada ama haritasını bir türlü çizemiyor.
Bana sorarsanız CHP iktidara ne kadar karşı çıkarsa o kadar iyi muhalefet yaptığına inanıyor.
Bu yüzden önünde dünyayla bütünleşmeyi planlamış bir parti varsa CHP sürekli çağdışı şeyler söylüyor.
CHP, MHP iktidarında muhalefet olsaydı, bugün çoktan iktidardı.
AKP iktidarı zamanında muhalefet olmak işleri güçleştiriyor CHP için..
Kendisi iktidara gelirse AKP’nin başarılarını nasıl devam ettirip başarısızlıklarını nasıl düzeltecek, bir tülü bunun açık seçik, inandırıcı bir cevabı çıkmıyor CHP’den.
Hayati konularda böylesine çaresiz kalan CHP de tek silahını kullanıyor:
Konuşmak ve eleştirmek...
CHP’lilerin yüzde 90’ı AKP’nin ne kadar kötü olduğunu anlatıyor ama AK Parti’nin kötü olması CHP’yi iyi yapmıyor.
CHP bu ülke için nasıl bir gelecek hayal ediyor,bu hayaline hangi projelerle varmayı düşünüyor,hangi hazırlıkları yapıyor somut olarak anlatmalı ve bunları yapabileceğine halkı inandırmalı.
Başarılı olma “İhtimalinden” başarılı olma aşamasına geçebilmek için tek“ihtimal” bu bence.
Bir itiraf...
Acaba gazete yazarlığı yapabilmek için ben hep Ak Parti’den, CHP’den, kimin aslında bizi yönetmesi gerektiğinden, Kürtler’in içindeki çekişmelerden, en olmadı kavgalardan mı bahsetmek zorundayım?
Gazete yazarlığı yaparak kazandığım paranın bedeli, aslında hiç de önemli görmediğim bazı konuları sanki çok önemli buluyormuşum gibi yazmak mı?
Sabahleyin bizim evin önündeki ayva ağacını gördüm.
Bir aya kalmaz sarı iri ayvalar yaprakların arasından olgun bir ağırbaşlılıkla sarkarlar.
Bahçeye bakan bahçıvan söylemişti, 100 yıldan fazladır oradaymış o ağaç.
Bilmiyorum doğru mu ama bahçıvan bunu söyleyince düşündüm,o ağaç hep buradaydı ve neler değişip geçti yanından acaba ve neler hep aynı kaldı.
Gazete yazılarını düşündüm.
100 yıl önceki yazıları görsek komik buluruz herhalde o günkü dertleri.
Benim torunlarım da benim yazılarımı komik bulacaklar.
Referandumdan evet çıkması korkuttu falan filan, Kılıçdaroğlu ‘Korkmayın biz varız’ falan filan diyecek, ülkemiz o takdirde çok falan filan hale gelecek...
Torunlarıma komik gözükmek istemiyorum. Eğer o ayva ağacı 100 yıldan fazladır orada duruyorsa, torunlarım da o ağaca benim gibi bakabilir.
Ayvalar gene sarı ve olgun, biz gene komik olabiliriz..
Sadece ‘dövüşlerin’ yazarı olmak istemiyorum ben.
Torunlarımın gözünde komik olmak istemiyorum.
O ayva ağacını gördüğümü bilsin istiyorum torunlarım.
Ben dedemi nasıl beğeniyorsam torumlarım da beni beğensin istiyorum..
Henüz var olmayan sevgili torunlarım bir gün bu yazıları okursanız blin ki bunca kavga dövüşün, bunca saçmalığın arasında nineniz o ağva ağacını gördü.
Gördü ve onu bütün bu kavgalardan daha önemli buldu...
Yaratmanın doruk noktası...
Gelen kitaplara, davetiyelere, bültenlere bakarken bir dergi dikkatimi çekti aralarında...
Psikeart...
“Yalnızlık” yazıyordu üzerinde, kırmızı büyük harflerle...
Ahmet Ümit’le söyleşi... Ertuğrul Özkök’ten “Yalnızlık en büyük iki yüzlülük mü?” başlıklı bir yazı olduğunu da söyleyen, beyaz küçük harfli yazılar da vardı kapakta.
Siyah parlak zeminin üzerinde gerçekten ilgimi çekti bu küçük büyük harfler...
Sayfaları çevirmeye başladım.
O zaman hatırladım, Haşmet Babaoğlu ve Ertuğrul Özkök bir önceki sayıdan bahsetmişlerdi yazılarında...
Prof. Dr. Emin Önder iki yıldır çıkarıyor dergiyi. Tasarımını da kendi yapıyormuş.
iki ayda bir çıkıyor.
Bugüne kadar tutku ve kıskançlık, stigma, unutmak, aşk, şiddet, utanma, narsisim, yaratıcılık, cinsellik ve gülmek konularını işlemişler.
Okumaya başladım sonra.
Hangi psikolojik koşullar altında yalnızlık, yaratmanın doruk noktasıdır, tamlık ve mükemmellik halidir?
Ne zaman aslında bir eksikliğin itirafıdır?
İlk yazı bu soruyla başlayınca derginin tamamını okudum...
Sonra düşündüm, gerçekten neydi yalnızlık...
Nasıl hem bir bütünlük, mükemmellik ve güçlülük hâli, hem de bir eksiklik, zayıflık ve güçsüzlük hali oluyordu?
Aynı durumdan nasıl iki ayrı tarif ve iki ayrı duygu çıkarabiliyorduk?
Sanırım, tek bir kelime yaratıyor bu farkı:
Tercih.
Yalnızlık sizin kendi tercihiniz olduğunda, mükemmellik ve güçlülük haline geliyor..
Ama yalnızlık bir mecburiyet olduğunda eksiklik ve zayıflık yaratıyor.
Yalnızlık bir mecburiyet haline geldiğinde, yalnızlıktan korkmamak ve buna yakınmadan dayanabilmek ise herhalde güçlülüğün en yüksek mertebesini oluşturuyor.
O büyük güce ulaşanlar, eminim kolay kolay yalnız kalmıyorlardır hayatta.
Yalnızlığa dayanabilmenin gücü,bildiğim birçok şeyden daha çekici çünkü...
Kimsesizlik...
Yıllardır ki bir kılıcım kapalı kında
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi
Muzdaribim bu duvarın dış tarafında
Şefkatine inandığım biri var gibi
Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el
Kıpırdanmak istemiyor gözkapaklarım
Yan odadan bir ince ses diyor gibi “gel”
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım
Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın
Kulaklarım komşuların ayak sesinde
Varsın gene bir yudum su veren olmasın
Başucumda biri bana “su yok” desin de
Bu şiir Kemalettin Kamu’nun.
Dedemle (Çetin Altan) uzun sohbetler ederiz...
Şiirler okur...
İşte o sohbetlerden birinde okumuştu bana bu şiiri... Unutmadım...
Dedemin sesiyle aklımda tuttum bu satırları.
Şimdi ne zaman yalnızlık lafı geçse
“Kimsesizlik”i hatırlıyorum...
ŞEFİN TAVSİYESİ
Beyoğlu Belediyesi’nin düzenlediği Beyoğlu Sahaf Festivali başladı. Taksim Gezi Parkı’nda her gün sabah 10.00’dan akşam 21.00’e kadar açık. 28 Eylül’e kadar da sürecek. 76 sahaf var. Bu seneki festivalde bir de kitap müzayedesi yapılacakmış. 100 değerli kitap bu müzayede de alıcısıyla buluşacak. Benim gittiğim gün, afişlerin kitapların başında saatler geçiren insanlar vardı. Bence siz de kaçırmayın.