Bir yanımız batıyor bir yanımız gelişiyor...
.
Gazeteleri okudum bütün gün…
Kana kana su içmek vardır ya, kana kana gazete okudum.
Bazen günlerce tek satır görmek istemem, bazense ellerimi, yüzüme dokunmuşsam yüzümü gözümü simsiyah bulurum gazete mürekkebinden.
İşte o günlerden biriydi dün…
Okudukça okudum.
Ne çok farklı konuyla karşılaştım.
Dün sanki zengin birgündü gazeteler açısından…
Milliyette Hasan Cemal hükümete isyan ediyordu.
“Hiç mi vicdanınız sızlamıyor” diyordu…
3. Yargı paketinin onaylanmasıyla 7 TİP’li öğrencinin, katil demek bile katillere ayıp sayılacak iki canisinin serbest bırakılmasına çok öfkelenmişti.
Gencecik insanlar parasız eğitim diye pankart açtıkları için yıllar boyu hapse mahkum edilirken, BDP’li milletvekilleri hapis yatarken, Uludere için bir özür dilenmezken ,Aleviler yok sayılırken, bir gece operasyonuyla o iki adamın serbest bırakılmasını eleştiriyordu…
“İktidar demek böyle bir şey. Vurdum duymazlık, kibir, soslu ego, küstahlık, şımarıklık, duyarsızlık, ben bilirimcilik” diyordu.
“Çok yazık” diye yazıyı bitiriyordu…
Taraf’ta Kerem Altan, 3.yargı paketinin bir başka haksızlığına isyan ediyordu…
Ergenekoncuların ve Balyozcuların dışarı çıkma ihtimallerini insanı olduğu yere mıhlayacak bir gerçeklikle sorguluyordu:
“Neden kimse Ergenekon sanığı olmayanları hücrelerinden gökyüzüne bakarken fotoğraflamadı, çocuklarıyla geçirdikleri güzel günlerin anılarını anlattırmadı gazetelerde veya büyüyüp avukat olmuş çocuklarıylarıyla röportajlar yapmadı… Ve belki de en önemlisi kimse onları neden milletvekili yapmaya çalışmadı…
Şimdi bir kısmı tahliye olacak… Çıkınca görevlerini yerine getirmek için Meclis’deki yerlerini alacaklar. Çıksınlar çıkmasına da hayatımızdan da çıksınlar… Mesleklerine ihanet etmiş insanlar ve onların destekçileri, o ihaneti mesleğin parçasıymış gibi göstermeye çalışmasınlar.”
Bu kadar ağır konulardan kurtulmak isterseniz Ertuğrul Özkök, elindeki Tom Cruise ve David Beckham ilişkisini kanıtlayacak “delilleri”yazmıştı…
Yok yok, yanlarında değilmiş ama sanırım biri söylemiş.
Bu arada gazeteleri öyle detayıyla okudumki nefis bir polemik başlangıcı yakaladım.
Hem bilgilendim, hem heyecanlandım…
Çok rafine bir tartışma bizi bekliyor sanki…
Geçenlerde Eyüp Can, Radikal Gazetesinde da Vinci’nin “Son akşam Yemeği” resmiyle ilgili bir yazı yazmıştı.
Sonra Taraf’da Telesiyej de Eyüp Can’ın Da Vinci’nin resmine “tablo” demesine kızmış, entelektüel düzeyi yüksek bir bilgilendirme ile yazının hatalarını düzelten bir eleştiri yazmıştı.
Yeni şeyler öğrenmiştim.
Dünse yine Taraf’ta Halil Berktay, Telesiyej‘i eleştirerek sanırım basınımızda ilk kez “fresk” üzerine birpolemiğin yolunu açtı.
Telesiyej “Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği tablo değil fresktir” demişti…
Halil Berktay da “fresk genel olarak duvar resmi demek değildir, üstelik tablo illa taşınabilir çerçeveli resim demek değildir… Fresk, duvar resminin çok özel bir türüdür veya tekniğidir…
Ve Da Vinci’nin resmettiği Son Akşam Yemeği fresk değil duvar resmidir…
Dünyanın en ünlü freskleri Leonardoya ait değil Michelangeloya aittir…
Sistine Şapelin tavanı gibi…” demiş.
İki yazıdan da çok şeyler öğrenmem bir yana, bu ülkede “fresk” üzerine polemik yapacak gazetelerin ve yazarların olmasına da çok sevindim.
Bu, ancak gelişmiş ülkelerde yaşanabilecek bir lüks bence.
Bir yanımız batıyor ama bir yanımız da gelişiyor işte.
Gazeteye okumaya bayılıyorum.
Bazen tabii…