Bir hastane odasında...
.
Bütün çocukluğumuzu, gençliğimizi birlikte geçirdiğimiz, bu dünyadaki en yakın arkadaşım bugünlerde çok üzgün, babası hasta...
Babasıyla birlikte bir aydır hastanede yaşıyor o da... İnsan sevdiği biri acı çektiğinde, üzüldüğünde, sıkıldığında kendini çok büyük bir çaresizliğin içinde hissediyor.
Onun acı çektiğini, büyük bir üzüntü yaşadığını görüyorsun, onun acısını yatıştırmak, üzüntüsünü hafifletmek istiyorsun ama elinden bir şey gelmiyor. Onun acısı, senin gücünü aşıyor. Acıyı paylaşsan da azaltamıyorsun. O büyük acı veren çaresizliği hissediyorsun.
***
Ben Bahar’ın acısı karşısında, Bahar da babasının acısı karşısında işte bu çaresizliği hissediyoruz bugünlerde. ‘Ne yaparsam doğru olacak bilemiyorum, hiç bir şeye karar veremiyorum, kendimi çok çaresiz ve şaşkın hissediyorum’ diyor sürekli. Oysa ki her şeyi çok doğru, hızlı ve güzel yönetiyor…
Ama kendini yetersiz ve babasına yardım edemiyormuş gibi hissediyor… Ben de buna çare olamıyorum.
***
Sürekli bir hesaplaşma olan hayatın barış dönemleri sayılacak eğlenceli zamanları kadar bir de kendimizle yüzleştiğimiz, içimizdeki derin izlerin peşinden gittiğimiz, biriktirdiğimiz ne varsa bir kez daha onunla karşılaştığımız zaman parçaları vardır hayatın içinde… Acılar etrafı sarmaya başladıkça usulca sokulup girerler insanın hayatına...
Direnemeyiz... Hayatımızı gözden geçirir, o hırpalayıcı soruları ardı ardına kendimize sormaya başlarız. İşte bugünler de Bahar için öyle… Sanki her şeyi baştan yaşıyor, her sorulmuş ve sorulmamış soruyu bir daha soruyor ve hiçbir cevap bulamıyor..
Ve diyor ki “Neden bazı insanlar değiştirmesi gerekenleri değiştiremez?” Çünkü sürekli olarak aklı daha önce yapmadıkları, yapamadıkları şeylerde… Babasının hastalığı ilerledikçe Bahar da kendi ruhunda acı veren yolculuğa çıkıyor…
Ne yana dönse kendi acısına ve çaresizliğine çarpıyor, şimdiye çare bulamadığından geçmişle hesaplaşıyor, pişmanlıklar yaşıyor. Geçmişte verdiği kararları bir daha gözden geçiriyor.
***
Herkesin hikayesi ayrı ama herkes hayatının bir döneminde önemli konularda karar vermek zorunda kalıyor. Ve çoğumuz istediklerimizi yapmaya her defasında korkuyoruz… Karar vermek belki de insanların en zor yaptığı iş.
Verilecek kararın büyüklüğüne göre zorluğu da artıyor. Karar verdiğiniz anda birçok zorluğu, sıkıntıyı, size çok bildik gelen alışkanlıkları değiştirmeyi göze almanız gerekiyor. Vereceğiniz kararla elde edecekleriniz “uzakta”, o kararla çekeceğiniz sıkıntılar hemen yanı başınızda.
Birçok insan, o karar anının sıkıntısını çekmemek için daha sonra elde edeceklerinden vazgeçiyor. Neredeyse hayat bunun üzerine kuruluyor sanki…
***
İstediklerinden vazgeçmemek için “elde edeceklerine” duyduğun isteğin o kararı verip uygulayacak olan enerjini uyandıracak kadar güçlü olması lazım. Birçoğumuz o karar “anının” sıkıntısını yaşamamak için geleceğinden, “ilerde” elde edeceklerinden vazgeçmeye razı oluyoruz.
Kararsızlığın içinde kendini bir yok oluşa teslim etmek çok daha sıkıntısız ve kolay gözüküyor. Sonra bir gün kapılar kapanıyor, kendimizi verdiğimiz ve vermediğimiz kararlarla bir çaresizliğin, çıkışı olmayan bir acının içinde buluyoruz. O zaman iç hesaplaşmalar başlıyor.
***
‘Bir hastane odasında böyle şeyler düşünmek normal mi’ diye soruyor bana…
‘Çok normal’ diyorum ben de. ‘Bir hastane odasında insan kendisinden hatta bütün insanlıktan bile daha büyük bazı gerçeklerle karşı karşıya duruyor, elinden de bir şey gelmiyor, çaresizlik ve güçsüzlük öfkelendiriyor insanı, hırsını alabileceğin kendinden ve geçmişsinden başka bir şey yok ki elinde.’
***
Bahar, bir kale gibi sağlam duruyor, babasını koruyabilmek için duvarlarını sımsıkı tutuyor ama o duvarların içine söz geçiremiyor. Bazen uzunca, hiç bir şey söylemeden iki küçük kız kardeş gibi birbirimize bakıyoruz.
Acı ve çaresizlik bizi kuşatıyor... İyi bir haber bekliyoruz, iyi bir haber umuyoruz.
Hayatın karanlık yanlarından korkmamayı karanlıktan geçerken öğreniyoruz...