Başbakan sadece ölenlere mi ağlar?
.
Bizim başbakanımız sert biri.
Öyle sık sık ağladığı... Köşe yazarlarının, gençlerin, anaların, köylünün, kentlinin, İsrail’in, Amerika’nın, öğrencilerin, işadamlarının, politikadaki rakiplerinin, parti içi dostlarının sözlerine yenildiği, itilip kakıldığı, altta kaldığı görülmemiştir.
Sevmediği bir şey olursa, çıkar kürsüsüne, alır mikrofonu eline, ne geçiyorsa aklından söyler.
Bu anlattığımı aynı gün içinde bazen birkaç defa bile yaşıyoruz.
“Başbakan kızmış yine” diyoruz birbirimize.
Konu bizimle çok ilgili değilse, birçoğumuz o esip gürlemeyi seviyoruz bile.
Ama Başbakan’ın duygu dünyasını anlamak o kadar da kolay değil...
Bazen ağlıyor da...
Televizyonda yerlerde sürünen, biber gazı sıkılmış gençleri seyrederken aklıma Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül Referandumu öncesi yaptığı grup toplantılarından birinde, 12 Eylül 1980 sonrası idama mahkûm edilmiş gençlerden bazılarının mektuplarını okurken ağladığı geldi.
22 yaşında asılan Mustafa Pehlivanoğlu’nun ailesine yazdığı mektubu okumuştu.
O dönem gençlere yapılan zulmü gözyaşlarıyla anlatmıştı.
Bazılarımız o gözyaşlarına inanmamıştı, bazılarımız da inanmıştı.
Ben inanmıştım mesela... İnanmıştım çünkü 22 yaşında, ölüme giden bir gencin anne babasına yazdığı son mektup dünyanın her yerinde, tüm dillerinde, herkesi, hepimizi aynı yerden yakan bir güce sahiptir.
Öyle Başbakan, kadın, erkek, referandum, oy diye ayırmaz, insanı yakar...
O yüzden inanmıştım...
Televizyonda, Başbakan’ı protesto etmek için gelen öğrencilere polisin yaptıklarını seyrederken de ben yine aynı yerden yandım.
Yerlerde tekmelenenler... Yüzü gözü moraranlar... Bağıranlar...
Gelen öğrenciler kim olursa olsun, fikirleri hangi tutarsızlıkta olursa olsun, belki gerçekten tamamen planlı, kasıtlı bir şekilde olay çıkarmaya gelmiş bile olsalar, polisin, gençlere orantısız güç kullanması, hatta bu tuzaksa tuzağa düşecek bir aldırmazlığı olması beni ürküttü. Kızdırdı.
Şimdi merak ediyorum, beni yakan, beni ürküten, kızdıran bu şiddet Tayyip Erdoğan’ı kızdırmamış mıdır?
O zaman bu vahşete destek neden?
Sadece ölene mi ağlar Başbakan, yaşayana hiç insafı yok mudur?
Kemal Kılıçdaroğlu, Celal Bayar, Vedat Eczacıbaşı...
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bursa’da 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın mezarını ziyaret edişini seyrettim. Saygı duruşunda da bulunmuş.
Ne hoş...
Göz ucuyla televizyonda takip ettiğim bu haber, 5 aya yakındır okumayı ertelediğim, “Daha sakin bir zamanda...”, “Daha rahat bir zamanda...” diye ileriye attığım ama sonunda öyle bir zamanın olmadığına karar vererek başladığım ve çok severek okuduğum Şakir Eczacıbaşı‘nın “Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar” kitabındaki Vedat Eczacıbaşı‘ya götürdü beni.
Çünkü Türkiye’de zengin, “laik” bir Türk ailesinin rejim yüzünden başının derde girebileceğini hiç düşünmemiştim.
Vedat Eczacıbaşı, Şakir Eczacıbaşı’nın dört ağabeyinden, en büyük Nejat’tan sonraki ikincisi. Acıklı bir hikâyesi var.
Kimselerin pek bilmediği, kimselerin pek hatırlamadığı...
Şakir Eczacıbaşı da kendi kitabında yazmasaydı, yine pek çoğumuz bu hikâyeyi bilemeyecektik. Bir tek Taraf‘ta Yıldıray Oğur söz etti onun dramından.
Şakir Eczacıbaşı’nın babası kimyager Süleyman Ferit, İzmir’de Şifa Eczanesi’nin sahibi. Celal Bayar’ın iyi dostu. Çok yakın bir ilişkileri var. 28 Mayıs 1960 günü Ankara’dan İzmir’e gelen Bayarlar’ı havaalanında karşılama cesareti gösterecek kadar...
Şakir Eczacıbaşı “Bu yakın ilişkinin ne tür bir ilişki olduğunu babamın ölümünden 8 sene sonra Celal Bayar’ın ‘Babanız benim 70 yıllık dostumdu. Ancak dedikodudan çok korkardı. Onu cumhurbaşkanı olduktan sonra bir kez gördüm. Fakat 27 Mayıs’ta tutuklanıp Yassıada’ya götürüldükten sonra onun gönderdiği parayla geçinebildim ve hayatımı onurumla sürdürdüm’ diyerek anlattığı hikâyeden anlamıştık” diye anlatıyor kitabında.
Baba Ferit Bey’in sert mizaçlı olması, sevgisini göstermemesi, büyük oğlu Nejat’a diğer kardeşlerden farklı davranması, Nejat’tan sadece iki yaş küçük Vedat’ı rahatsız ediyor.
Kitabın ilerleyen satırlarında anlıyoruz ki, Vedat büyük bir baba sorunu yaşıyor aslında.
Kendisini ona beğendirmek için çabalayıp duruyor. Nejat babası gibiyken, Vedat daha sanata düşkün, biraz hovarda, eğlenceyi, yaşamayı seven biri.
Babasının kendisini sevmediğini düşünüyor.
Ağabeyi Nejat Eczacıbaşı’nın, babası Demokrat Parti’ye bu kadar yakınken, Menderes’e kızmaya başlayıp, hatta 27 Mayıs’ı sevinçle karşıladığını söylediği günlerde; babasının gözüne girebilmek için, meyhanede arkadaşlarıyla içerken Adnan Menderes’in şerefine kadeh kaldırıp ihtilale meydan okuyor ve tutuklanıyor.
Babasının çok mutlu olacağını sanarak... Ama baba Ferit Bey, Vedat’ın yine uygunsuz davrandığını, aileyi zor duruma soktuğunu düşünerek ziyarete gitmeyince, bunalıma girip sonunda da hapishanede 41 yaşında intihar ediyor.
Çünkü Eczacıbaşı’nın gücü oğullarını bir türlü yargı önüne çıkartmaya yetmiyor. Günlerce tutukluluğu uzatılıyor Vedat’ın.
Sonunda da Vedat buna dayanamıyor.
Kılıçdaroğlu’nun Bayar’ın mezarını ziyaretini izleyince, bu ülkedeki “siyasi mezarlarının” arkasında yatan trajedileri, korkunç düşmanlıkları düşündüm.
“Belki bir daha o acılar yaşanmaz” diye ümitlendim.
Cem Yılmaz bu DVD’yi neden yaptı?
Cem Yılmaz’ın 2009 yılındaki üniversite söyleşilerinden derlediği CMYLMZ Soru ve Cevap DVD’sini izledim...
Çok eğlenceli buldum. Çekimleri Cem Yılmaz’ın iyi gözüktüğü bir dönemde yapmışlar, çok yakışıklıydı doğrusu. Yaratıcı bir fikirmiş, zekice buldum ama seyrederken “Bir tuhaflık var” hissi de peşimi bırakmadı..
Bir kere en tuhaf şey, DVD’nin aniden bitmesiydi...
Bir vedalaşma olmadan, DVD’nin süresi kalmamış gibi, birdenbire bitti.
Soru ve Cevap DVD’sinde çok az öğrenci sorusu vardı ayrıca...
DVD’nin çoğunluğu Cem Yılmaz’ın şovunu andırıyordu. Bundan şikayet edemeyiz tabii ki, harika bir şovdu ama bu sefer başka sorunlar devreye giriyordu. Cem Yılmaz elinde bir mikrofonla, yani taklit yaparken elini kolunu kullanamadan stand-up yapıyordu ki, bu durum görsel açıdan izleyeni rahatsız ediyordu sanki.
Neden her zamanki gibi “kulaklıklı mikrofon” kullanmamış, merak ettim.
Soruların azlığının nedenini bulmak zor değil, yeterince iyi soru gelmediği içindir sanırım.
Üniversite öğrencilerinin Cem Yılmaz’a soracak soru bulamamaları aslına bakarsanız bu DVD’nin en şaşırtıcı tarafıydı.
Cem Yılmaz, neden acaba adına soru-cevap dediği bir DVD çıkarttı, anlamadım.
Ama ‘aksaklıklarıyla’ beraber bir “Cem Yılmaz Show” izlemek isterseniz, bu DVD’yi kaçırmayın.
Bebek’teki yeni yıl hediyesi
İstanbul Bebek’te oturanlar, Boğaz hattından gidip gelenler, Bebek Parkı’nın yanındaki o muhteşem yalıyı bilirler.
Mısır Konsolosluğu’na ait tarihi yalı...
İki yıldır devam eden, neredeyse “Bu hiç bitmeyecek galiba” dedirten onarım çalışmaları sona ermek üzere.
İki yıldır o yalıyı yeniliyorlardı.
Geçen gün önünden geçerken baktım, olağanüstü gözüküyor.
110 yaşında bir binadan söz ediyoruz.
Restorasyonu için 38 firmanın katıldığı uluslararası bir ihale düzenlenmişti.
Her önünden geçtiğimde merakla baktığım yalı, anladığım kadarıyla 1901’deki haline geri dönüyor.
İçi ise en son teknolojiyle donatılmış.
Eski ve yeninin uyumu...
Tarihi kayıtlara göre, aynı yerde yapılmış üçüncü yapı olan bu yalıda, önce Sultan III. Ahmed’in kadıaskerlerinden Dürrizade Arif Efendi yaşıyormuş ve devrinin çok ünlü yapılarındanmış. Bina daha sonra Sultan II. Mahmud’un sadrazamlarından Rauf Paşa’nın yalısı olarak kullanılmış.
1902’de ise İtalyan mimar Raimondo D’Aranco tarafından Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın annesi Emine Hanım için yeniden inşa edilmiş.
Halk arasında Valide Paşa olarak bilinen Emine Hanım’ın ölümünden sonra da Mısır Devleti’ne devredilerek konsolosluk haline gelmiş.
Yeni yılda herşey bitmiş olacakmış.
İstanbullular için iyi bir yeni yıl hediyesi doğrusu...