Başbakan Erdoğan Tanrı Janus mu?
.
Roma Mitolojisi’nde Tanrı Janus vardır.
Kapı tanrısıdır bu. Ve iki yüzü bulunur.
Biri ileriye biri geriye bakar.
Bizim politika dünyamızın Janus’u da Tayyip Erdoğan ya da Ak Parti...
Bir ileriye, geleceğe bakan yüzü, bir de geriye, geçmişe bakan yüzü var.
Bazen bütün Türkiye’yi değiştirecek yürekli atılımlar yaparken, bazen de geriye bakan yüzüyle akıl almaz saçmalıklarla uğraşıyor.
Pazartesi günü iki haber şaka olabilecek gerçekdışılıkta, aynı gün duyuruldu bizlere.
Bir tanesi, Başbakan Erdoğan’ın, Milli Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı’nın beraber gerçekleştireceği Eğitimde Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi imza törenine katılmasıydı.
Erdoğan, bu törende atılan imzalarla resmi olarak başlatılacak proje sayesinde artık ‘her okula bilgisayar döneminden her sınıfa bilgisayar dönemine’ geçildiğini söyledi. Sınıflarda artık bilgisayar, akıllı tahta, projeksiyon aletleri, internet bağlantısı da olacakmış.
Hatta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Her ne kadar bazıları ‘FATİH Projesi’ adı kondu diye kendine göre dalgasını geçiyorsa da, bu proje hakkıyla icra edildiğinde onlara gerekli tokadı atacaktır diye düşünüyorum” bile dedi.
Bu imza töreninden bir iki saat geçmişti ki, iki sene önce İTÜ’de Tayyip Erdoğan’ı protesto eden on sekiz öğrenci hakkında açılan dava sonucu açıklandı, 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı öğrenciler.
Ama daha önce suç işlemedikleri için cezaları ertelendi. Beş yıl içinde benzer suç işlerlerse hapse girecekler.
Bu aynı gün gerçekleşen iki haberi ben, Ak Parti’yi anlatmak için kendim uydurmuş olsaydım, eminim çoğunuz ‘bu kadar tesadüf de fazla, akıllıca değil’ derdiniz...
Ama bunlar oldu.
Eğitimde internet çağı başlarken, başbakanı protesto eden öğrenciler hapis cezası aldı.
Şimdi biz hangisiyiz?
Çağdaş, öğrencilerini dünyayla buluşturacak bir eğitim anlayışına sahip bir ülke mi yoksa aslında ülkesinin geleceğini oluşturan gençlere aldırmayan, onların fikirlerinden bile korkan, bencil, korkak bir ülke mi?
Hangi anlayışa sahip bir başbakan tarafından yönetiliyoruz?
Çocuklara internet ve bilgisayar bulmaya çalışan bir başbakan tarafından mı yoksa çocukları hapse atmaya çalışan bir başbakan tarafından mı?
İnsan merak ediyor.
Bizim ne zaman sadece ileriye bakan ve çocukları hapse atmayan bir yönetimimiz ve başbakanımız olacak?
Erdoğan ne zaman “fikir özgürlüğü” denilen bir şey olduğunu ve bu özgürlüğün “internetten” çok önce keşfedildiğini öğrenecek?
Tayyip Erdoğan’a küçük bir öneri
Başbakan Tayyip Erdoğan Amerikalı romancılardan Fletcher Knebel’in Aday isimli romanını okumuş mudur bilmiyorum ama bence okusa çok sever.
Roman Amerika’daki başkanlık seçimlerini anlatıyor.
Bir kamyon şoförü, seçimde aday olur ve hiçbir politikacının söylemeye cesaret edemeyeceği şeyleri söylemeye başlar.
Önce adama kimse ilgi göstermez ama sonra çarpıcı gerçekleri şaşırtıcı bir açıklıkla söylemesi çok dikkat çeker.
Yeni aday, seçimde nasılsa seçilemeyeceğini düşündüğünden, hiçbir politik kaygıya kapılmadan sarsıcı gerçekleri büyük bir kararlılıkla açıklamaya devam eder. Zamanla taraftarları artar. Büyük bir parti tarafından adaylık teklifi alır ve kabul eder.
Seçilme şansını hisseden adamın konuşmaları değişmeye başlamıştır artık. Öteki politikacılar gibi konuşmaya başlar. Ve seçimi kaybeder.
Böyle bir tehlike, her değişimcinin iktidarı oluşturan kadrolarla kucaklaşmasında ortaya çıkabilir.
Tayyip Erdoğan nasıl başlamıştı, hatırlasanıza... Sonra ister istemez iktidara alıştı.
Ülkeyi değiştirecek önlemler yerine iç siyaset dövüşlerine ağırlık verip işi idare etmeye çalıştı.
Tayyip Erdoğan baştaki gibi cesur değil artık.
Her iktidar gibi o da iktidarı kaybetmekten korkuyor belki de.
Ama bir şeyi unutuyor, insanlar kaybetmekten korkmaya başladılar mı kaybederler.
Üstelik kendi gençlerinden korkan bir iktidar eninde sonunda mutlaka kaybeder.
Başbakan gençleri affetmeli.
Elano’yu en iyi kim anlar...
Erkeklerin mutlak hakimiyetinin olduğu futbolla ilgili yazı yazmak, beni hep heyecanlandırır.
Korkarım da hata yapmaktan ama iyi bir futbol seyircisiyseniz korkmaya da gerek olmadığını anlarsınız kısa zamanda.
O yüzden sözümü sakınmadan yazacağım.
Digiturk’ün en önemli markası Maraton, bu sezon Erman Toroğlu’suz, Mustafa Denizli ve Marcus Merk’le yapılıyor.
Çok seyredilip çok beğeniliyor.
Bunun tek nedeni var Mustafa Denizli... Yorumlarını beğenmeyen neredeyse yok gibi.
Mustafa Hoca’nın kariyeri tabii ki tartışılmaz.
Ama Mustafa Denizli’yi yakından tanıyan biri olarak, konuşmayı nasıl sevmediğini sohbetlerde bile nasıl çok az konuştuğunu bildiğim için Maraton’daki performansı her defasında beni şaşırtıyor. Çünkü Denizli’nin, bir futbol profesörü üslubuyla yorumculuğa yeni bir açılım getirdiğini düşünüyorum.
Çünkü biliyor....
Bana göre futbol yorumcularının temel eksiği bilgi.
Çok şaşırtıcı değil mi, herkesin ahkâm kestiği futbolda, ‘Bu işi bilenlerin sayısı çok az’ diyorum.
Rating arzusu ile, bilmedikleri veya az bildikleri konularda, o kadar sert ve çok konuşma cesaretine sahipler ki, kimi zaman zor duruma bile düştüklerini ya da inandırıcılıklarını kaybettiklerini fark edemiyorlar bile.
Mustafa Denizli ise hem futbolcu, hem teknik direktör olarak “tamamen yaşadığı” şeyleri ekranın diğer tarafına geçirebiliyor.
Bu pazar dikkatimi çekti... Elano’nun Kayseri’de boş kaleye atamadığı gol için şu yorumu getirdi Denizli: “Elano’nun burada yapacağı 2 şey var... Ya topa çok sert ve yerden vurmalı ya da topun altına girip aşırtma bir vuruşla kaleciyi çaresiz hale düşürmeli.”
Diğer yorumcular “Bu gol kaçar mı arkadaş, Elano zaten topçu değil” ‘sadeliğinde’ yaklaşımlar gösterirken, Denizli, sebep-sonuç ilişkisi kurup “eleştirinin yanında çözüm önerisini de getiriyor.”
Bu ‘ufak’ fark hayâl bile edemeyeceğiniz kadar büyük fark yaratıyor futbol dünyasında.
Yine Kayseri-G.Saray maçında, 75. dakikada kenardan değişiklik yapılacağı belli olunca Elano’nun yüz ifadesine dikkat ettim. Bir dakika boyunca tedirgin bir ruh haliyle “Kesin ben çıkarım” beklentisi yaşadı.
Bu da benim için, Elano’nun ne kadar büyük bir baskı altında olduğunu ve özgüvenini kaybettiğini gösteren bir durumdu. Merakla bekledim...Ve tek bir satır yazı okumadım ertesi gün bununla ilgili.
Nitekim kenara alınınca direkt soyunma odasına gitmek istedi Elano, izin vermediler. Kırılmış, sıkılmış, hakarete uğramış bir çocuk gibiydi sanki. Brezilya Milli Takımı’nın gözdesinin düştüğü hal içimi burktu.
Fenerbahçe kaptanı Alex’in 23 dakikada hat-trick yaptığı Buca maçının 75. dakikasında kenara alınırken gösterdiği tepki de dikkat çekiciydi benim için. “Pazubandını bağıra çağıra arkadaşlarına veren Alex vücut diliyle ne anlatmak istiyor?” diye uzun uzun düşündüm.
Maraton ve spor medyasının geneli, tam da bu noktalarda beklentimi karşılayamıyor.
Elano’nun da, Alex’in de vücut dilini ve ruh halini analiz edebilecek biri Mustafa Denizli. Aykut Kocaman’ı veya Hagi’yi de anlayabilecek bir teknik direktör üstelik.
Ama nedense Şansal Büyüka ve Marcus Merk bu noktalardan bakmayı tercih etmiyor Denizli’ye.
Konu hep dört çizginin içinde kalıyor ve bu, “eksik” ve “derinliksiz” bırakıyor mevzuları.
Hatta Mustafa Denizli pozisyonları yorumlarken bile, nedense yeni sorular sormuyorlar Mustafa Hoca’ya partnerleri. Bazen çok iyi anlatımlar kaynayıp gidiyor.
Hayâl kuruyorum şimdi ya da direkt Şansal Büyüka’dan istiyorum;
Maraton’un yanında bir de yeni bir program daha yapsa Mustafa Denizli... Güzel olmaz mı?
Gollerin nasıl oluştuğunu, hangi hataların yapıldığını, kimlerin bu hataları nasıl değerlendirdiğini öyle akıcı ve öğretici biçimde anlatıyor ki, insan sadece o hafta atılan gollerin analiz edildiği başka formattaki bir programda da görmek istiyor Denizli’yi...
Hatta yanında da Sergen gibi cesur, ne diyeceği önceden tahmin edilemeyen biri de olsa...
Erman Toroğlu’nun boşluğu tam anlamıyla dolmadı Lig Tv’de çünkü. Her şey ‘ağırbaşlı’ oldu ama fazla heyecansız bu sefer de.