Bana bu soruları ısrarla niye soruyorsunuz?
Yaptığı eleştirilerle her zaman dikkati çeken Ahmet Hakan’la gündemdeki en ateşli konuları konuştuk
Aslında sakin biri... Öyle konuşuyor öyle duruyor... Ama sinirlendiğinde sanki kontrolü de çabuk kaybedecekmiş gibi öfkesi hemen derisinin altında duruyor. En azından bana öyle geldi. Konuşmanın bütününde olmasa da bazı yerlerinde bana gerçekten kızdı. Bunu gözlerinde gördüm. Sesinin tonunda hissettim. Onu niye mi kızdırdım... Sorduğum bazı soruları sevmedi sanırım. Ya da ısrarla cevabını alamadığım soruları tekrar tekrar sormamı... Ama bu aramızda küslük yaratmadı. Ben sordum o kızdı, ben gülümsedim o gülümsedi, ben yeni soru sordum o anlattı... Ama benim aklım hâlâ anlatmadıklarında. “Renkli, farklı orijinal bir hayatım yok” dese de ben Ahmet Hakan’ın aslında anlatacağı çok şeyi olduğuna inandım...
2008’de üzerinde konuşabileceğimiz çok şey oldu. Konu konu değerlendirelim istiyorum sizinle... Ergenekon’la başlayalım, çünkü Ergenekon’la ilgili iddiaların bir kısmının ciddiye alınması gerektiğini söylüyorsunuz. Gerisinin abartılı, masalsı ve destansı bir hale dönüştüğünü vurguluyorsunuz. Ve sizin ciddiye aldığınız kısmı aydınlanıyor. Danıştay Saldırısı ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanması Ergenekon’la birleşiyor.
En baştan bu çerçevede değerlendirilebilseydi zaten, büyük bir yankı uyandırırdı toplumda Ergenekon. Ümraniye’deki bombaların Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalarla aynı seri numarasını taşıması, Danıştay Saldırısı’nı düzenleyen Alparslan (Arslan) ile Veli Küçük arasındaki bağlantı, Cumhuriyet’i bombalayan iki kafadarın “Bize bombaları Veli Küçük verdi” demesi ve Eskişehir’de ele geçen bombalar çok önemlidir. Başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan karşısında olunacak bir durum yaratır bunlar. Geçen günkü Danıştay Davası dosyasının Ergenekon Davası’na eklenmesi yer yerinden oynatacak bir olay aslında ama baktım hiç kimseden ses yok. Tarihi bir olay. Danıştay’ı basan saldırganın dinci bir militan olmadığı, ulusalcı bir örgütlenme yapısıyla ilişkili olduğunu kanıtlayan bir emare. O gün yaratılan ruh halini hatırlayın, demek ki o ruh halini oluşturmak için bir tezgâhtı bu. Ama Ergenekon o kadar büyük bir çerçeve çizdi ki, bu önemli detay kayboldu gitti.
Peki Ergenekon içindeki “abartılı, masalsı, destansı” dediğiniz iddialar neler? İlhan Selçuk ve Gürbüz Çapan’ın Ergenekoncu diye değerlendirilmesine karşısınız. Bunu onları sevdiğiniz için mi söylüyorsunuz, yoksa bildiğiniz bir şey olduğu için mi inanmıyorsunuz?
Her faili meçhul cinayetin bu örgüt tarafından işlendiğinin söylenmesi, tarihi geçmiş atfedilmesi, İlhan Selçuk isminin tam işin göbeğinde olması, yakından tanığımız insanlara Ergenekoncu denmesi, bütün bunlar içindeki küçük doğru gerçekleri sulandırıyor. Ergenekon çok önemli bir olaydır, fakat savcının iddianamesi bu işi sulandırmıştır. Tabii ki sevdiğim biri de Ergenekoncu çıkabilir, ne yapalım yani! Ama Gürbüz Çapan’ı çok yakından tanırım, bu iddia doğru değil. Katil olur, hırsız olur ama Ergenekoncu olamazlar. Gürbüz bir örgütün içinde yer alamayacak kadar dikbaşlıdır. Yapısal ve kişilik olarak olmaz. Sizin tanıdığınız bir insan için bunu deseler, “Yok canım imkansız” demez misiniz?
Açıkçası iş “Yok canım yapmaz” noktasına geliyorsa, sonunda hayal kırıklığına uğrama ihtimaliniz de çok yüksektir.
Hayal kırıklığına uğrayacağımı sanmıyorum ama belki de uğrarım, bilemiyorum.
Ergenekon kapsamında iki Paşa tutuklandı. Şener Eruygur sağlık nedenleriyle tahliye edildi Hurşit Tolon ise hâlâ tutuklu. Sanırım o da şu an hastanede. Üzerine gidilmemiş bir Darbe Günlüğü var. Bu konular hakkında ne düşünüyorsunuz?
Paşalar niye tutuklu, henüz bilmiyoruz. Darbe günlükleri ise mutlaka aydınlatılmalı, değerlendirilmeli.
Bu paşalardan Kandıra Cezaevi’nde oldukları dönemde mektup aldınız ve bunları yayınladınız. Niye size göndermişler, bunu söylediler mi? Sanırım Şener Eruygur’un avukatından aldınız mektupları, değil mi? “Fişlendim” yazınıza çok üzülmüşler, o yüzden size mektup yazmışlar gibi anladım yazınızdan, doğru mu bu?
Uzaktan, yakından hiç tanımıyorum o iki Paşa’yı. Hiç temasım yok. Ama Ergenekon Davası bir cepheleşme yarattı. Bir taraf her şeyin saçma, yalan, iftira olduğunu söyledi. Diğer taraf “Ergenekon bizim her şeyi açıklama biçimimizdir” dedi. Ben ortada durdum ve sanırım bu yüzden bana gönderdiler. Eğriye eğri, doğruya doğru dememden, bu izlenimi bırakmamdan diye düşünüyorum. O mesajları benim aracılığımla göndermenin, mesajları daha inandırıcı kılacağını düşünmüş olabilirler. Eruygur’un gazetecileri fişlediğine dair bir haber yapılmıştı, “Ben kesin fişlenmişimdir” diye yazmıştım. Adam da bana “Bu haber yalan” diye bir mektup yazdı, diğer mesajları da eklemiş arkasına. Ben Ergenekon konusunda tavrı olan biriyim. Benim safım Ergenekon karşıtı insanların, Ergenekon’dan şikayeti olan insanların safı, sadece abartılmasına karşıyım. Ergenekon vahim bir örgütlenmedir.
Askerin beni sevmesi hoşuma gidiyor ama askerden bir beklentim yok
Askerle nasıl ilişkiniz vardı bugüne kadar gazeteci olarak?
19 yıldır gazeteciyim, hiçbir askerle temasım olmadı. Ta ki son 30 Ağustos kutlamalarına kadar. Davetliydim.
Fazla bir tesadüf değil mi, sizi birden bu kadar çok sevmeleri?
Ben öyle düşünmüyorum. Normalleşme olmaya başladı bence. Sadece bana özgü bir ilişki geliştirilmedi. Yeni Şafak tarzı gazeteler akreditasyon geliştirilmesiyle içeri alındı. O halde ben niye gitmeyeyim, Yeni Şafak gidiyorsa? Bu, onların açılımı. Benden kaynaklanan bir şey değil.
Sizi davet etmelerinden hoşlandınız mı? Bana sanki bunu sevmişsiniz gibi geldi. İlker Başbuğ ile ilgili yazdıklarınıza baktım, Golfçü Paşa’yla ilgili yazınız bile harareti olmayan bir yazıydı sanki. Kaleminizi sivri bir dille kullanırsınız ama askere karşı oldukça kibarsınız. Sizi sevmeleri hoşunuza gidiyor diye düşündüm.
Haklısınız. Buna itiraz etmem, yorumlarınız doğru. Ama bunu sadece beni davet ettikleri, beni sevdikleri için yapmıyorum, bilerek yapıyorum. Bu diyalog meselesi. Askerlerden bir beklentim yok ki benim. Beni çağırsa ne olur, çağırmasa ne olur? Karar verdim “Ben artık yakınlıklar-uzaklıklar üzerine kurulu bir adam olmayacağım” dedim. Bunu uyguluyorum. Sadece amacım bu diyalog kapısının açılmasından istifade ederek “Acaba bu dille daha etkili olabilir miyim?” çabası. Paşalar yazımı okudukları zaman etkilenmeli, etkileyici olmalıyım. Mesela başı kapalı kadınların Anıtkabir’e alınmamasına feci derecede karşıyım. Bu dil, bu sorunların çözümünde bir etkiye yol açmalı. Ama diyalog kurulmasa böyle kaygı güder miydim? Güderdim ama bu kadar incelikli düşünmezdim, haklısınız.
Askere karşı ölçülü dil kullanıyorum bu dille etkili olurum diye düşünüyorum
Daha sert yazsanız etkili olmaz diye mi düşünüyorsunuz? Ama hükümete sert bir dil kullanıyorsunuz, bilerek mi daha az etkili olmak istiyorsunuz orada?
Askerle aramda bir diyalog var, daha ölçülü bir dil kullanıyorum. Bu zemin ve bu dil üzerinden daha etkili olurum diye düşünüyorum. İlişki kurmasam, daha kaldırıp atan bir ilişki kurabilirdim. Hükümetle ise şu: İktidar partisi, Başbakan diyalog yollarını kapatıyor, bunu bir tercih haline dönüştürüyorsa, eleştirilerimizin ağırlaşmasına zemin hazırlıyorsa, ben de o ağırlıkta şeyler yazıyorum. Durup dururken yapmıyorum bunu.
Ama hiç yazmamışsınız mesela Aktütün’ü, Dağlıca’yı, Golfçü Paşa’yı savunmalarını... Bence bunlar fena da sayılmaz, eleştirilerin ağırlaşmasına zemin hazırlamak da, öyle değil mi?
Bir sürü yazmadığım şey var. Yazmadıklarımdan bir hüküm veremeyiz.
Deniz Feneri’ni bilerek yazmadım içeriden özel bir bilgiye sahip değilim
Evet yazmadığınız şeyler var, Deniz Feneri olayını da hiç yazmamışsınız. Niye yazmadınız?
Bana bunları niye soruyorsunuz?
Merak ediyorum. Herkesle her şeyle ilgili yazan, üstelik iyi yazan bir adamın bazı şeyleri niye yazmadığını ben merak ederim açıkçası. Bu, size karşı olan bir tavır değil. Bunu sizi rahatsız etmek için sormadım. Çok farklı konulardan yazıyorsunuz ama bazı şeyleri yazmıyorsunuz. Bunu gerçekten merak ediyorum?
Deniz Fener’i konusunu gerçekten bilmiyorum. İçeriden özel bir bilgiye sahip değilim. Deniz Feneri tartışmalarında ortaya çıkan şirketlerin hiçbirinde ne yönetici, ne işçi, ne pay sahibi oldum.
2002 yılında ayrıldım Kanal 7’den. Tüm bu tartışmalar 2002 yılında başlar, yani ben ayrıldıktan sonra bu tartışmalı işlemler gerçekleşmiş. Bilmiyorum yani ben.
Anlamadım ben bu cevabı. Oranın eski çalışanı olarak sormadım ki ben bunu size, gazetecisiniz. Özel şeyler bilmenize gerek mi var? Sadece çok iyi bildiklerinizi mi yazıyorsunuz ki? Zahid Akman’la tanışıyorsunuz, telefon edip sorabilirdiniz mesela?
Tercih etmedim yazmayı. Özel ve farklı bir şey söyleyemeyecektim. Ama ısrarla soruyorsunuz. Anlatıyorum size: Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum. Zahid Akman’ı arayıp “Sen yolsuzluk yaptın mı?” diye mi soracaktım? Yakın bir tanışıklığım yok zaten.
Vakit için şeriatçısınız dincisiniz dendi, söylenmesi gereken alçaksınız cahilsiniz lümpensiniz...
28 Eylül’deki yazınızda “İnsaflı ve vicdanlı” diye yazmışsınız Zahid Akman için. Ekranda partnerinizdi. Tanırsınız zannettim. Sinirlendiniz, geçelim. Vakit Gazetesi’ni ve yazarlarını da bolca yazıyorsunuz bu arada... Sizi yine kızdırmak istemem ama Vakit Gazetesi’ni sizin hayatınızdan çekip alsak, kaç yazınız boş kalır düşündünüz mü hiç?
Vakit Gazetesi tirajı, etkinliği bakımından ağırlığı olan bir gazete değil ama bir duyarlılığı temsil ediyor. Ben de o duyarlılıkla hesaplaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bununla bugüne kadar hep yanlış hesaplaşıldı. Bunlara “Siz gerçekten dincisiniz, şeriatsınız, biz de bu yüzden size karşıyız” diye hitap edildi.
Oysa denmesi gereken çok basit: “Cahilsiniz, alçaksınız, lümpensiniz...” Bu sözcükler üzerinden mücadele edeceksiniz. Gerçek dindarlarla bu gazete arasına mesafe konmalı. İktidar partisi bu mesafeyi koymalı mesela. Beni sinirlendiren Vakit Gazetesi değil, bu mesafenin konmamış olması. Zaman Gazetesi’nin bu gazete ile koyduğu hiçbir mesafe yok, niye yok? Her gün Ertuğrul Özkök yazıyorsun, bir tane de bunu yaz. Cemaatçi yapının orada daha fazla devam etmemesi için ısrarla ve inatla bunu yapıyorum. Ama başaramadım.
“Vakit’i çekersek ne yazacaksın?” sorusunu size sordurtacak kadar ağırlıklı yazmama rağmen maalesef bir şey elde edemediğimi görüyorum. Bazen ölçüyü de kaçırmış olabilirim. Her şeyi de harika yazdım demiyorum.
Melih Gökçek’le, İ.Melih diyerek mücadele edilmez ancak son raunddan Gökçek’in yenik çıktığı kesin
Böyle bir yazınızı hatırlıyorum. 10 Kasım tarihli yazınız Melih Gökçek’le ilgili. Onu tehdit eden, hakkında bildiğiniz ama açıklamadığınız, sizi kızdırırsa açıklayacağınız bilgiler olduğunu ima eden satırlardı.
Bu gerçekten yanlış anlaşıldı. Kendimi doğru ifade edememişim demek ki, çok okuyucudan mail geldi. Demek istediğim, hayatını Melih Gökçek’le mücadeleye vakfetmiş yazarlar, yani sizin deyiminizle Melih Gökçek’i çeksek geride hiçbir yazısı kalmayacak yazarlar şu yanlışı yapıyorlar:
Melih Gökçek’e ideolojik bir partinin ideolojik bir unsuru gibi davranıyorlar. İ.Melih gibi hakaret ediyorlar. Bu yollarla mücadele edilemez onunla. Ben, Melih Gökçek’e “Sana dinci bir partinin ideolojik adamı gibi muamele etmem, çünkü sen ideolojik unsur değilsin, ideolojin yok. Seninle böyle konuşurum” diyorum. “Seni etkileyecek bir dil bulurum, senin kafandan geçen hesaplarını, kitaplarını bilirim” diyorum. “Elimde bilgi var” demiyorum. Zaten çarşamba geceki karşılaşmadan sonra da Melih Gökçek bitti. Kesin yenildi, çöktü. Kemal Kılıçdaroğlu da kazanmadı. Üslup olarak çok kötüydü Melih Gökçek, onu bitiren bu oldu. Dengir Mir Mehmet Fırat da eroin kaçakçısı gibi bir lafla burun buruna gelmişken çok fazla sakindi. Taktiksel hata yaptı. Gerçi, onlar farklı meseleler. Fırat’ı AKP’nin değişen Kürt politikası rahatsız etti ve bu yüzden bıraktı. Bırakmasının Kemal Kılıçdaroğlu’yla ilgisi yok.
AKP yerel seçimlerde değişen bu politikası yüzünden Güneydoğu’daki seçmenleri kaybedeceğe benziyor, katılır mısınz buna?
Kesinlikle. Bu keskin cepheleşme, DTP-AKP çekişmesi DTP’ye yarıyor. Gerçi, bu partiden beklentim bitti benim. Kürt sorunun çözümüne katkı sağlayacaklardı, terörle aralarına mesafe koyacaklardı, Öcalan goygoyculuğunu bırakacaklardı, oturup konuştuğunuz zaman çok akıllı, hatalarını kabul eden, şiddetle aralarına mesafe koymaları gerektiğini söyleyen bir haldeler.
Ama halkın önüne çıkınca bunu hiçbir zaman söylemiyorlar. Kendi inisiyatifleriyle hareket eden siyasetçi değiller. İnisiyatifini başka odaklar belirliyor çünkü. O zaman ben seninle niye oturup konuşayım?
Son 10 yıldır laikliğin çok önemli olduğunu düşünüyorum
Siz hacısınız değil mi?
Evet. Ama kitapta Hacı oldun diye farklı sorumluluk yüklenmek zorunda olduğun yazmaz. 15 senedir Nişantaşı’nda oturuyorum. Hayat tarzım değişmedi. Fikirlerimin bazıları değişti ama... Değişime açık bir insanım. Hesaplaşmasını da yapabiliyorum. Hesaplaşması yapılmamış değişimlere karşı çıkıyorum. Eskiden İslam’ın, dinin siyasi anlamda iktidar aracı olabileceği kanatini taşırdım. Son 10 senedir yaptığım düşünmeler, okumalar sonucunda, bunun olamayacağını laikliğin çok önemli olduğunu, bir İslam devleti kurulursa o ilahi emirler çerçevesinde olmayacağını, o devletin başında kim varsa onun dinden ne anlıyorsa onu dayatacağını, tek tip bir din devletinin egemen olacağını düşünmeye başladım. Geçirdiğim değişim bu.
Erdoğanların hiçbir zaman “bizim oğlan”ı olmadım, bana kızdıklarını biliyorum
Hiçbir zaman Erdoğanlara yakın olmadım. Tayyip Erdoğan’la biraraya gelişim televizyon ekranındadır. Yüz yüze gelmişliğim hiç yok Emine Hanım’la. O zaman da yoktu, şimdi de bir görüşmem yok. Bana kızdıklarını biliyorum. Ben onları daha iyi tanıdığım için, daha iyi bildiğim için, genel yapıyı kastediyorum, eleştiriyorum. Alınıyorlarsa bu yüzden alınıyorlardır. Ama benim hiçbir zaman onların “Bizim oğlan” dedikleri gibi pozisyonum olmadı. Onlara yakın bir televizyon kanalında çalışıyordum, o kadar.
Evet, üniversitede istemiyor partide rozet takıyor ama CHP’nin çarşaf açılımı önemli
CHP’nin türban açılımına ne diyorsunuz? Deniz Baykal’la aranız çok iyi değil mi?
İyi düşünüyorum, önemsiyorum bu açılımı. Rehabilite edeci bir özelliği var. Eksik-gedik, çelişkili, üniversitede istemiyor, gitmiş getirmiş partide rozet takıyor. Bunların hepsi doğru. Ama bu bile bence önemli adımdır. Toplumun düşman kamplara bölünmesine darbe vurur. Birbirimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olur. CHP’lilerin büyük bir bölümünü olumlu etkileyecektir. Bir şey çıkar mı, çıkmaz ama rehabilite eder. Moral değerlerimizi yükseltiyor bence. Bir karikatür gördüm, iki türbanlı kadın otobüste oturuyor, çarşaflı kadınlar biniyor, türbanlılar “Aa, CHP’liler geldi” diyor. Artık çarşaf öcü kıyafet olmaktan çıktı. Ne güzel işte.
Abdullah Gül’ü nasıl buluyorsunuz? İddia edildiği gibi Tayyip Erdoğan’la araları kötü, eşleri küs mü?
“İyi anlaşıyoruz” diyorlar. Küçük bazı ipuçları var ama altını doldurabileceğimiz bir bilgi yok ortada. Ama karakter olarak birbirlerinden çok farklılar, derin farklar var, uçurumlar var hatta. Bu yüzden problemler oluyor. Ayrıca Gül, Cumhurbaşkanı olduğu için kendisine bir politik alan açmaya çalışıyor. Zaman zaman Başbakan’ın alanına tecavüz ediyor. Buradan arızalar çıkıyor. Ayrıca Gül, Tayyip Erdoğan’dan farklı bir siyasetçi olduğunu zaman zaman hissettirme gereği duyuyor. Bunun getirdiği arızalar oluyor. Tüm bunlar problemli bir yapının olduğunu işaret ediyor gibi gözüküyor.