'Aynı endişeyi Ergenekon soruşturmasında yaşıyorum'
'Davos dönüşü yeni bir 6-7 Eylül yaşanacak diye çok korktum'
“6-7 Eylül 1955’te büyük etkisi olan KTD Bildirisi’ni ben yazdım. Demokrat Parti’ye karşı
28 Nisan 1960’da yapılan öğrenci ayaklanmasını da ben organize ettim. Hapse bile girdim. Şimdi aynı endişeyi Ergenekon soruşturmasında yaşıyorum. Sabah sütçü kapıyı çalsa, polis geldi sanıyorum. AKP’nin oyunu da var işin içinde. Davos’ta bile var. Erdoğan’ın o çıkışından sonra havaalanındaki kalabalık ikinci bir 6-7 Eylül yaratacak diye çok korktum.”
Bakın hayat bana bu hafta nasıl bir oyun oynadı?
Hayat gerçekten incelikli oyunlar kuruyor bazen insana. Ve bunu oynayabilmeni diliyor senden, oyunbozan olmanı istemiyor... Ben de bunu bozmadım ama oyun da oyundu hani... Her zaman rastlanacak türden olmayan...
Önce, geçen pazar dedemi 2008 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alırken seyrettim Aya İrini’de. Hayatın gerçeklerini reddeden bir ülkeyle yıllarca neredeyse tek başına dövüşen dedem sahnede, başkaldıran yalnızlığı gözlerinde ve ne güzel ki her zaman olduğu gibi haklı olduğu yine anlaşılmış, yalnız ve tek başına, konuşma yapıyor.
Daha önce de dedemi anlattığım yazılar yazmıştım, demiştim ki “Sanki tanrıyla gizli bir anlaşması var. Ne yapılacaksa en fazlasını o yapabilir. Herkesten daha uzun çalışabilir, herkesten daha fazla uykusuz kalabilir, daha uzun yürüyebilir, alışkanlıklara ve kurallara herkesten daha yüksek sesle karşı çıkabilir. Tanrı onunla yaptığı anlaşmaya hep sadık kaldı, o hep genç oldu.” Diğer dedelere benzemedi, çünkü torunlarında da bu sihirli serüvene çıkma isteği uyandıran enerjisi 82 yaşında Aya İrini sahnesinde yine karşımdaydı. Onu seyrederken ne düşündüm biliyor musunuz, sadece onun torunu olmak bile bir hayatı hayat yapabilir diye düşündüm. Ülkemizde yazı yazmanın en yaygın, hatta en sıradan bedeli olan hapishane, 12 Mart Muhtırası’yla yakalamış dedemi. Benim doğumum da o yıllara denk gelmiş. Beni ilk kez tel örgüler arkasından görmüş dedem, henüz iki aylıkmışım. Bizim ilişkimiz işte orada başlamış. Bir insanın dedesinin olmasının ne demeye geldiğini pek öğrenemedim ama kimsenin bilmediği bir şeyi, Çetin Altan’ın insanın dedesi olmasının nasıl bir şey olduğunu çok iyi öğrendim. Sonra, “Bu hafta kiminle konuşsam acaba?” diye düşünürken... Hayat karşıma Orhan Birgit’i çıkardı. 6-7 Eylül olaylarını organize ettiği söylenen “Kıbrıs Türktür Derneği”nin 2. başkanı. Bütün o dönemin tanığı ve hatta sanığı olmuş gazeteci. O günün KTD bildirisini yazmış kişi. Hürriyet Gazetesi’nin eski sahibi Erol Simavi’nin askerlik arkadaşı. 1945 Tan gazetesi baskınında kızgın kalabalıkların içinde olan genç. Ama galiba benim için en önemlisi, Orhan Birgit’in
28 Nisan 1960 öğrenci ayaklanmasını örgütleyen, destekleyen kişi olması ve “Ben yaptım, bunu kabul ediyorum” demesi. Röportajda bunu okuyacaksınız... Benim dedem 29 Nisan 1960’da “Bugün canım yazı yazmak istemiyor” diye yazmıştı.
33 yaşındaydı.
Ben, dedemin o yazıyı yazmasına neden olan olayı örgütleyen Orhan Birgit’le dedemin ödül aldığı hafta konuştum...
Bu hayat incelikli oyunlar kuruyor insana.
Londra Konferansı’na etki etmek için düğmeye bastılar
6-7 Eylül olaylarının nedeni olan Kıbrıs meselesini ulusal bir dava haline getiren gazete o zamanın Hürriyet Gazetesi’ydi. Neden bu işin lokomotifi Hürriyet Gazetesi oldu?
Sedat Simavi bir Akdeniz gezisine katılıyor, gemi Limasol Limanı’nda duruyor, iniyor aşağıya, adayı gezmek için. Yanında Hikmet Bil var. Kendisi de adalıdır, Ege adalarından birinden. Dolayısıyla adadaki perişanlığı, açlığı görünce çok etkilenmiş. Gelince gazeteden bunu duyuran haberler yapmaya başladı. Kıbrıs’ı gündeme getirmeye başladı. Aynı anda Yunanistan’da mitingler yapılıyor. Birden Türk halkı “Bizim Kıbrıs diye bir olayımız var” dedi. Çünkü orada bir Türk halkı var. Hürriyet başlayınca diğer gazeteler de başladı. Yeni Sabah, Vatan, Son Posta...
Siz Yeni Sabah’taydınız o sırada, değil mi?
Muhabirdim. Parti, belediye, vali, maarif muhabiriydim. Ama talebe örgütlerinden geldiğim için ele avuca sığmayan, kafası particilikte biriyim. Bir gün gazeteye geldim, istihbarat defterleri vardı o zaman, “Kim ne göreve gidecek?” diye. Bir baktım “Dikkat!” diye bir not var bana. Bu ne dedim? “Bugün saat 17.00’de Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda Kıbrıs’la ilgili bir toplantı yapılacak. Gazeteler katılacak. Hürriyet’in başkanlığında bir komite oluşturulması bekleniyor. Patron o komitede olmamızı, hatta 2. başkan olmamızı istiyor. Ve seni görevlendirdik” dedi istihbarat şefi. Zaten deli fişeğim, hoşuma gitti tabii.
Kimler vardı sizden başka Kıbrıs Türktür Derneği’nde?
Ahmet Emin Bey, Selim Ragıp Bey, Hikmet Bil ve ben varım. Önde gelen gençlik kuruluşları var. Bir-iki gazete daha var. Sunumlar yapıldı. Çok çekişmeli bir seçim oldu. Selim Ragıp Bey’i eleyip ben girdim. Görev dağılımı yaptık. 2. başkan oldum ben. Komiteyi kurduk. Kıbrıs Türktür Komitesi. Başbakan’a gittik. Sonra bunu dernekleştirdik. Şubeleri kuruldu. Eylemler, mitingler yapıldı. İlk heyecan geçtikten sonra duruldu. Herkes işine gücüne bakıyor ama gazeteci olarak takip ediyoruz biz tabii. O sırada Kıbrıs dışarıda Londra Konferansı’yla bir temele oturtulmak isteniyor. Necmettin Sadaklar, Fuat Köprülüler gitmiş, yerine ‘şahin’ Fatin Rüştü Zorlu diye biri gelmiş. Dışişleri Bakanı. Londra’da masada o var. 60 öncesinin başarılı statükosunu oluşturuyor. Başkan Rumlardan olacak ama başbakan yardımcısı Türk olacak. Garantör devlet olarak Türkiye-İngiltere-Yunanistan karışık olacak. Ama bir yerde çıkmaz olmuş. O da mola istemiş. O sırada Atina’da miting yapılıyor.
Atatürk’ün evine bombayı MİT attırdı ama iş büyüdü
“O zaman Türkler de bir miting yapsın da masada kimlerle oturduklarının farkına varsın bunlar” mı demişler...
Evet, el güçlendirmek için. “Toplumu dizginleyemeyiz, tamam masada biz anlaşırız ama toplumu kontrol edemeyiz” demişler. Bir gerginlik yaşanmış. Ardından 6 Eylül günü Selanik’te Atatürk’ün evinde bomba patlamış.
Gerçek bomba değil tabii.
Ses bombası, hasar yok ama etkisi büyük... Tam istenildiği gibi “Eyvah! Ne oluyor?” deniyor. Anadolu Ajansı bunu haber olarak veriyor. Saat 13.00 o sırada. 13.00’ü biraz geçe de İstanbul Ekspres ikinci baskıyla hemen çıktı. Ve olay patladı.
Hikmet Bil’in açıklamaları var. “Menderes ve Zorlu’nun Kıbrıs konusunda desteğe ihtiyacı olduğu için bomba işini düşünmüşler. MİT’in organize ettiği biri bombayı atsın. Bu kişi Oktay Engin. Ufak olaylar çıksın istemişler.” Bu açıklamayı doğrular mısınz?
Doğru tabii. İşin kantarı kaçtı. Hükümet ses bombasını tertip etmiş ama ellerinden çıkmış olay. Hakim olamamışlar. İş vahşete dönmüş.Kimsenin istemediği bir şey bu.
“Kıbrıs Türktür Derneği” bildirisini yazmaz olaydım
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ertesi sabah Beyoğlu’nu gezerken “İşin dozunu kaçırdık galiba” diyor. Bu devlet tarafından planlanmış ama dozu daha küçük olması düşünülen bir hareket, değil mi?
Celal Bayar’ın bu işte suçu çok büyük. Neyse tabii... Oktay Engin’i tanımam. Karşılaşmadık hiç. Benim kanımca asıl elebaşı Mürşit Yolgeçen diye bir delikanlı. Dönemin iktidarına yakın. Sadece 5 üyesi olan bir dernek kurmuş. Lümpen bir talebe derneği. İnsanları ateşlemiş. Bizimle birlikte o da gözaltına alındı. Harbiye’de 4-5 gün kaldı, hemen kayboldu. Tuzla’da askere almışlar. Sonra da mahkemede aklandı. Yıllar sonraysa Beykoz’da sır bir şekilde öldürüldü. Bir de bizim içimizde Hataylı gazeteci bir çocuk vardı. Milli Emniyet Örgütü’nde olduğu anlaşıldı daha sonra. Kamil Önal. Bu iki kişi araştırılabilir.
Siz ne napıyordunuz o sırada?
Gazetedeyim. Telefon geldi. “Kıbrıs Türktür Derneği bir bildiri yayınlayacak, toplanalım” dediler. Federasyon binasına gittik. Önüne gelen bildiri yayınlıyor. Ahmet Emin Bey Londra’daydı. Bizimkini de “Gazetecisin, sen yaz” dediler. Yazdım.
Ne yazdınız? Ve samimi cevabınızı merak ediyorum, hangi ruh halindeydiniz? İstiyordunuz değil mi halkın hareketlenmesini...
Yazmaz olaydım. Marks’ın “İşçiler için çizdiği zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok” lafından alıntı yapıp, “Zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok, saflarınızı sıklaştırın” diye bir tabir kullandım. Başka şeyler de yazdım ama hatırlamıyorum şimdi. Ertesi gün halka ulaştı zaten o bildiri.
Bugünkü ulusalcı zihniyetin 50’lerdeki temsilcisi bizdik
Gazeteci Azize Bergin’in “Babıâli’de Topuk Tıkırtıları” isimli kitabında, 6 Eylül öğle saatlerinde dernekte sizin ateşli bir konuşma yaptığınız ve “Arkadaşlar atamızın evi bombalanmış, buna sessiz kalamayız” dediğinizi ve insanların öfkeli gruplar halinde Taksim’e gittiğini yazmıştı.
Hayır, iddia edildiği gibi olmadı çok şey. Evler işaretlenmedi, taşradan insanlar getirilmedi. Akşama doğru teyakkuza geçti herkes. Allah da biliyor, çok korktum. Akşam Taksim’e çıktım. Yaşar Kemal tanığım. Onunla ve Aziz Nesin’le karşılaştım Galatasaray’da. Dertleştik, vahşet olduğunu söyledik. Ama gerçekten vahşetti, görülecek şey değildi. Sokaklarda metrelerce kumaşlar savrulmuş, buzdolapları, çamaşır makineleri, radyolar kırılmış, ellerinde sopa, herkes Türkiye’yi kurtaracak vaziyette.
n Sonra sıkıyönetim ilan edildi ve siz tutuklandınız? Kulanıldığınızı düşünüyor musunuz?
Mağdur olduk. Kullanılmadık ama yapmadığımız bir işten haksız suçlandık. “Keşke yapsaydım” dediğim çok olmuştur. Devletin ulusal ilişkilerini tehlikeye atmaktan idamla tutuklandık. Ve kötü muamele gördük. Bu haksızlığa kızdım tabii. Silahı temizleyeyim derken yanınızdaki adamı vurmuşsunuz, silah yanlış patlamış. Hükümet kızgın, suçlu bulacak.
Tutuklanacağınızı anlamış mıydınız?
Hayır. Annemde kalıyordum, eşim Yalova’daydı. Sabah 11 gibi, kapıya 1. Şube’den komiser geldi. Fahrettin Kerim Bey, “Vali sizinle konuşmak istiyor” dedi. Kıbrıs konularında. Çıktığımda apartmanın sarıldığını gördüm, konuşmak için çağrılmadığımı anladım. Emniyete gittik. Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nden birileri var, kimse kimseyi tanımıyor ama, İstanbul Ekpres gazetesinin sahibi Mithat Perin Bey var. Geceye doğru MİT ifadelerimizi aldı. Otobüslere bindik. Sabaha karşı 02.30 saat. Herkeste bir korku var. Ben yönetimi ele aldım. Otobüs şoförüne yavaşça sordum “Nereye gidiyoruz?” diye. “Bilmiyorum” dedi. “Hürriyet’in önünden geçerken bir dakika durabilir misin, su dökeceğim dersin” dedim. Hemen çıkarttım kartımı Erol (Simavi) benim askerlik arkadaşım “Bizi Harbiye Cezaevi’ne götürüyorlar” diye yazdım. Durdu, içerideki görevliye vermiş Erol Bey’e iletilmek üzere...
Gerçekten Harbiye’ye mi gidiyormuşsunuz peki?
Evet, üç otobüs gitmiştik. Kıbrıs Türktür Cemiyeti, bugünün ulusalcı zihniyetiydik biz. Çok karışık insanlar vardı bizde. İkinci bir grup Marksist insanlardı. Onların hiçbir suçu yok. Nöbetçi tutukluydu onlar. Almışlar yine. Bir de Tophaneli birtakım kahvehaneciler, kumarcılar vardı. Onlarla orada arkadaş olduk. Cevahirler’in amcası ve babasıyla orada tanıştım. Avukatım gelmeye korkuyordu oraya. Bugünkü Ergenekon gibi. “Gelirsek partiye de bulaştırmak isteyen olur bu işi, mahkeme başlayana kadar korkuyoruz” dediler. “Ama İsmet Paşa’ya başvurun” dediler. Biz de telgraf çektik. Meclis bugünkü gibi sağır, kör, dilsiz değil, hemen askeri bir yargıç geldi ifadelerimizi almaya, çok da yumuşaktı. Çünkü öncesi çok sertti. 1 Kasım günü de askeri savcı Fahri Çoker tarafından sorguya çekildim.
28 Nisan 1960 olaylarını itiraf ediyorum ki ben organize ettim
Peki, asıl inancınız ne? Doğru planlanmasını ister miydiniz o ayaklanmanın? Yani gerçekten Türkiye’nin işine yarayacak mıydı?
Yaramazdı. Çünkü aynısını Tayyip Erdoğan’ın Davos dönüşü hissettim ve çok korktum. Uykum vardı yatmak istiyordum, yatamadım. Ya kalabalık oraya buraya dalarsa diye endişe ettim. 6-7 Eylül tipi olayların bu tür şiddetle başarıya ulaşması mümkün değil.
Tan gazetesi baskını ve 28 Nisan 1960 üniversite öğrenci ayaklanmaları... Bu olayların içinde misiniz?
Tan gazetesinde varım ama ne olduğunu bilmiyorum bile. Kalabalıkla gidiyorum. Masumum ama o olaydan bana bir miras kaldı. Talebe birlikleriyle tanıştım ve içime virüs girdi kabul ediyorum. İlhan Selçuk ve Süleyman Demirel de varmış orada. Ali İhsan Göğüş vardı, sınıfça bizden büyük olduğu için daha aktifti. 28 Nisan 1960 olaylarını ise itiraf ediyorum ki organize ettim. Perde arkasındayım o işin. Öğrencilerin gösteri yapmasını istiyorduk biz. Ne yapacaklardı “Katiller, diktatörler” diye bağıracaklardı, nümayiş yapacaklardı. Gelip aldılar beni. İhtilal Komitesi Genel Sekreteri olarak sorguladılar.
O hareketin içinde Ergenekon’dan gözaltına alınan İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu vardı değil mi? Ne düşünüyorsunuz Ergenekon hakkında?
Ben korkuyorum. Hiçbir şey yapmadan da gelip alıyorlar çünkü. Çok gecem uykusuz geçti. Sabah beşte sütçü çalıyor kapıyı, polis sanıyorum. Huzursuz oldum. AKP’nin oyunu da var bu işin içinde. Davos da bile var. “Benim tavrım moderatöreydi” diyor hemen. Bir moderatör için o olaylara gerek yoktu.