Aşkta adam gibi ölmek de var Mehmet Ali Bey
.
Bir kadın görürsünüz bazen... Yüz çizgileri kasılmış, bakışları boşalmış.
Hiç kimseyle konuşmaz. Öylece durur. Yüzü bembeyazdır.
Bir gariplik olduğunu sezersiniz. Yardım etmek istersiniz belki.
Tam o sırada, üstünü başını parçalayarak, hıçkırıklar içinde çığlık çığlığa bağırmaya başlar:
- “Allah belanı versin... Allah kahretsin seni. Ölmek istiyorum.”
Bazen de geç saatlere doğru bir meyhanede herkes kendi halinde birbiriyle konuşurken, bir adam sallanarak ayağa kalkar.
Göz ucuyla takip edersiniz. Belki lafınızı bile kesmez, konuşmaya devam edersiniz ama çaktırmadan da adama bakarsınız. Yardıma ihtiyacı olduğu açıktır ama tanımıyorsunuzdur, çaresiz kalırsınız. Aklınıza takılır.
Tam o sırada adam oradakileri dehşete düşüren bir narayla duvarlara kafa atmaya başlar.
- “Yanıyorum... Ben yanıyorum...”
Şaşırırsınız.
Böyle insanları görünce biraz acıma, biraz da tiksintiyle bakarsınız...
Güçsüzlüklerini etrafa saçmaları sizi rahatsız eder.
Oysa güçsüz gözükürken nasıl da ‘masum’ ve ‘iyi’dirler.
En azından bana öyle gözükürler...
Mehmet Ali Erbil’in hali bana tam bunları düşündürüyor.
Eşinden ayrılması, sonra Aleviler meselesi nedeniyle işinden olması...
Özür dilemesi, pişman olması, yalnız kalması...
Onun için üzülüyorum.
O “yalnız” ve masum insanlar gibi görünüyor bana acısını ortaya dökerken.
Ama birdenbire öyle tuhaf bir şey söylüyor ki... Her şeyi berbat ediyor...
10 ay önce boşanmış olduğu eski eşinin yeni bir ilişkisi olma ihtimali, onu, kendi gözünde bir anda, hikayesinin en avantajlı kişisi haline dönüştürüyor:
‘Mağdur Mehmet Ali...’
Neymiş, yeni sevgili Mehmet Ali’nin de tanıdığıymış...
Mehmet Ali de biliyor ki aslında bu evlilikte sonsuza kadar susmasını gerektirecek hatalar yapmış.
Anlatılanlar dilden dile dolaşıyor.
Hal böyleyken...
Aşkta adam gibi ‘ölmek’ de varken...
Bu “mağduriyet”, bu yersiz ve yakışıksız suçlamalar da nereden çıkıyor?
Acıyı, kederi, yalnızlığı anlamak mümkün...
Ama suçlamayı, lekelemeyi, çocuğunun annesini dedikodulara malzeme etmeyi anlamıyorum doğrusu.
Sanırım Mehmet Ali Erbil’den başka anlayan da bulunmuyor bunu.
Yine en tutucu CHP...
Nasıl da şaşırdık hepimiz... Balyoz Davası’ndan sanık oldukları için terfi etmeyince Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne giden iki tümgeneralle bir tuğamiral açığa alınınca...
“Tarihte bir ilk” diyorlar... Şaşıracağız tabii...
Hukuken sahip olduğu bir hakkı, askerlere karşı ilk defa kullandı hükümet.
“Sen memursun” demenin en hukuki hali...
Tartışılacak... Çok tartışılacak tabii...
Ama benim için bundan bile ilginç bir şey var, CHP’nin tepkisi...
Kemal Kılıçdaroğlu ‘yalanlayana’ dek tabii...
CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol “Bu bir sivil darbedir“ demiş.
Hükümete karşı darbe planlarını bir defa bile kınamamış, askerin alternatif 29 Ekim Balosu düzenleyip Cumhurbaşkanlığı Resepsiyonu’na gitmemesini ayıplamamış, teamülleri hukuk sanmış, “Lizbon’da Genelkurmay Başkanı niye yok?” diye merak etmemiş CHP, askerler açığa alınca bunu demokrasinin değil “sivil darbenin” parçası olduğunu düşünüyor.
Üstelik toplumsal bir şaka sonucu sosyal demokratlık görevi de CHP’nin.
Halka en kapalı olan parti, halkın dertlerini dile getirme görevine talip.
Ama bunu da hiç bir zaman beceremedi çünkü her zaman askeri ve sivil bürokrasinin merkezi hakimiyetine inandılar.
“Tek parti” döneminin alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemediler.
Yıllar geldi geçti, bazı umutlandıran şeyler de olmasına rağmen hastalık aynen devam ediyor CHP’de.
Hala askere ve darbeciliğe inanıyorlar.
Yahu bir kere de siz “tarihte bir ilk” yapın... Demokrasinin parçası olun...
Bir deneseniz ne olur?
Belki de becerirsiniz...
Belki “çok partili” sisteme siz de alışırsınız.
Hayat mucizelerle dolu, bir mucize de belki siz gösterirsiniz.
Dangalaklık...
Madam Bovary romanının ünlü yazarı Flaubert‘in gerçekleştiremediği bir düşü varmış.
Dangalaklık sözlüğü yazmak istermiş.
Bu sözlükte insanların o güne kadar söylediği dangalakça sözler yer alacakmış.
“Ben bu sözlüğü yazdıktan sonra bir daha hiç kimse ağzını açıp konuşamayacak” dermiş Flaubert.
Ama bu sözlüğü yazamamış ve insanlar da konuşmaya devam etmişler.
Buna benzer bir dangalaklık sözlüğü hazırlasak biz de diye düşündüm.
Ama Flaubert’in düşünü kurduğu sözlüğü bizim sütuna sığdırmamız mümkün değil tabii.
Ama birkaç örnek verebiliriz en azından...
- Ah bugün Atatürk olacaktı ki...
- Bu bir sivil darbedir...
- Naipaul gelirse ben yokum...
- Hesabını soracağız...
- Neden şimdi...
Bunlar şöyle bir gazetelere bakınca ilk dikkatimi çekenler...
Bir de şunlar var ki, paha biçilmez...
- Benim bir huyum vardır....
- Çocuklar herşeye karışmaz...
- Ben kalbimin sesini dinlerim....
- Eğitim şart...
- Ben görmedim ama herkes öyle söylüyor...
Bu ara merak ettiğim kadınlar
1- Kate Middleton
2- Sümeyye Erdoğan
3- Derin Mermerci
Bu ara merak ettiğim erkekler
1- Işık Koşaner
2- Osman Baydemir
3- Önder Fırat
Mardin’in kurtuluşu...
Pazartesi akşamı Mehtap Tv’de Eser Karakaş, Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ı izlerken, bir ara Eser çok matrak birşey anlattı.
Aslında O da Posta gazetesinde okumuş bunu.
Haber aynen şöyle:
“Mardin Artuklu Üniversitesi, Mardin’in hiç işgal edilmediğini ortaya çıkardı. Belediye bundan böyle “Kurtuluş Günü” kutlaması yapmama kararı aldı.
Karar bürokrasiye katıldı, Hükümetin resmi onayı bir türlü gelmedi. Mardinliler aslında var olmayan “Kurtuluş Günü”nü bu yıl da mecburen törenlerle kutladı. Mardin Artuklu Üniversitesi uzun araştırmalar sonucunda Mardin’in Birinci Dünya Savaşı sonrasında düşman tarafından işgal edilmediğini ortaya çıkarmış idi. Araştırmaların sonucuna göre, 1918’de bir Fransız albay Mardin’e gelip kentin hemen kendilerine teslim edilmesini istedi. Mardinliler kararlılıkla “Hayır şehri teslim etmeyeceğiz” deyince albay işgalden vazgeçip döndü“
Mardin Belediye Meclisi de bu tarihi gerçeğe dayanarak, 90 yıldır 21 Kasım’da kutlanan “Kurtuluş Günü”nü “Onur Günü”ne çevirme kararı almış.
Fakat resmi karar gelmediği için kutlama yapılmış. Ama o kadar “mecburen” yapılmış ki, Vali, Belediye Başkanı ve Garnizon Komutanı törende yokmuş.
Yerlerine vekilleri göndermişler.
Bayıldım. Harika bir hikaye.
90 yıldır olmayan bir işgalin kurtuluşunu kutlatıyor devlet. Kimse de gerçeklerden bahsetmiyor.
Eser, Posta Gazetesi’ni bu haberi birinci sayfaya almasından dolayı kutladı.
Haklı.. Bu sık rastlanan bir gazetecilik değil ülkemizde.
Ben, Artuklu Üniversitesi’ni de kutluyorum, bu olayın üzerine tarihsel olarak gittiği için.
Programda bu gazete haberi için, “Türk Siyasi Tarihi”nin özeti dedi Karakaş, Altan ve Şahin...
Şimdi kim onlara ‘haksızsınız’ diyebilir ki...