Askerlik kısalıyormuş...
.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim beyannamesini dinlemişsinizdir...
Dinleyemediyseniz bile duymuşsunuzdur. Televizyonlar, gazeteler dün bu haberlerle doluydu. En olmadı komşularınızdan biri mutlaka söylemiştir... CHP askerliği kısaltacakmış...
Kemal Kılıçdaroğlu birçok vaatte bulundu.
Bir tanesi şuydu; askerliği iki aşamada 15 aydan 6 aya indirerek, savunma bütçesinde tasarruf yapacakmış CHP. Bu tasarrufu da istihdam için harcayacakmış.
Savunma bütçesinde köklü bir kesinti yapacak CHP...
Fatih Çekirge, CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’a sormuş: ‘CHP bu kararı alırken acaba komutanlara sordu mu?’
‘Tabii danışıldı, orgeneral düzeyinde emekli komutanlarla konuşuldu’ demiş Oran...
O emekliler de Genelkurmay’la konuşmuşlar...
Yani askerler, askerliği kısaltmaya, savunma bütçesinde tasarrufa ‘tamam’ demişler.
Bunu duyunca insanın aklına birçok soru geliyor.
Askerler gizlice CHP’ye söylediklerini neden açıkça topluma söylemiyorlar? Hükümet, askerlerin askerliğin kısaltılmasını istediğini bilmiyor mu?
AKP, asker “kısaltılsın” dediği halde mi “askerliğin kısaltılmasına” karşı çıkıyor?
AKP, askerden daha fazla mı askerlikten yana? Yoksa askerler, CHP’ye başka, AKP’ye başka şeyler mi söylüyor?
Ve son soru: Bu ülkede neden hiçbir şey açık ve net konuşulamaz?
Bugün 24 Nisan
‘İstanbul’da sabah 4’te kapısı çalınan Ermeni aydınları, yazarları, gazetecileri, milletvekilleri gözaltına alındılar. Sayıları 220 civarındaydı... Aralarında Zohrab gibi Meclis-i Mebusan üyeleri vardı.
Neden tutuklandıklarını bilmiyorlardı. Önce Merkez Hapishane’ye, Mehterhane’ye gönderildiler.
Ardından bölümlere ayrılıp Ayaş, Çankırı ve Çorum’a sürüldüler.
Bir süre sonra tekrar sürgüne çıkarıldılar.
Bu kez amaç belliydi. Teşkilatı-ı Mahsusa harekete geçti. Çeteler, tetikçiler yolda kafilelere saldırdılar. Çok küçük bir kısmı hayatta kalabildi. Çoğu hayatını kaybetti. Talat Paşa’nın arkadaşı, Babıali baskınının İttihatçılarını evinde saklayan, 1908’in ateşli savunucusu, usta hatip milletvekili Zohrab’ın başı taşla ezildi.
Tutuklama tarihi 24 Nisan 1915’ti...
Ardından tehcir başladı...
Ermeniler büyük felaket olarak adlandırdıkları 1915
olaylarını bu yüzden 24 Nisan’da hatırlar ve anarlar...
Tabii Türk Ermenileri dışında.
1915 bu toprakların, bu topraklarda yaşamış olanların ve yaşayanların ortak meselesidir...
Unutmak bile önce bilmeyi gerektirir...
Bildikçe arınırsınız, bildikçe kimliğinizi yeniden ve sağlam temeller üzerinde kurarsınız...
Ben kendi payıma memleketimin Ermenilerinin duygularına saygı duyuyor, paylaşıyor, hepsine selam ediyorum......’
Ali Bayramoğlu böyle anlatmış 2008’de yazdığı yazıda...
Üzerine tek bir satır bile eklemeye gerek duymadım.
Bugün 24 Nisan...
96 yıl olmuş...
Stalin meğerse hastaymış...
Sovyetler Birliği’nin eski lideri Stalin‘in doktorlarından Aleksander Miyaskinov’un günlükleri ortaya çıktı.
Doktor, günlüklerinde, Stalin’in, onu acımasız ve paranoyak yapacak bir hastalığı olduğunu yazmış. Otopside ortaya çıkmış bu.
Beyninde damar sertleşmesi varmış ve bu Stalin’in hareketlerini ve düşüncelerini etkiliyor olabilirmiş. ‘İyi ile kötüyü, caiz ile yasağı, dost ile düşmanı ayırt edemeyecek kadar şuurunu etkilemiş olabilir’ demiş doktor.
Stalin, yaptırdığı işkenceler, kapalı kapılar ardında verdiği karanlık kararlar, toplumuna çektirdiği acılarla bilinen bir lider. Şimdi anlaşılıyor ki Stalin hasta olduğu için yapmış bütün bunları...
Olabilir mi bu? Belki de olabilir... Belki de bütün diktatörler ‘çatlaktır’. Böyle bakınca, birçok insan bende “Acaba bu da çatlak mı?” kuşkusu yaratıyor.
muhtesip.blogspot.com
Burçin Aydoğdu ve Levent Çelik ismini yeni duydum. İkisi de avukat...
Oysa ki hem televizyona çıkmışlar, hem röportajlar vermişler hem de internet sitelerinde, yaptıkları işlerden alıntılar olmuş.
Hiçbirini görmemiştim... Bazen böyle bir kör nokta olur işte hayatta.
Eğer siz de benim gibi yeni duyuyorsanız diye...
Aydoğdu ve Çelik bir blog hazırlamışlar, muhtesip.blogspot.com.
Muhtesip, İslam şehirlerinde çarşı ve pazar esnafını din kurallarına göre denetleyen görevli, belediye memuru demekmiş.
Zabıta yani...
Aydoğdu ve Çelik de sanırım bir çeşit yazı zabıtası diyorlar kendilerine...
Bloglarında bazen eğlenceli bazen tuhaf, anlayamadığım bir kızgınlıkla bazen de kendilerini çok haklı hisseden bir dille köşe yazarlarının yazılarında yaptıkları hataları bulup,yazmışlar...
En çok hata yapan Hıncal Uluç, Yılmaz Özdil, Güneri Cıvaoğlu, Ahmet Hakan ve Hakkı Devrim’miş.
İlginç bir ilk beş değil mi?
Burçin Aydoğdu ve Levent Çelik’e bu çalışmalarında ekşi sözlükçüler yardım ediyormuş.
Benim dokuz hatam olduğunu bulmuşlar... Dört tanesini, tamamen canları öyle istediği için hata kabul etmişler.
‘Yazısında bunu bir arkadaşının anlattığını söylemiş Sanem Altan, bence bunu babası anlatmıştır’ gibi düzeltmeler yapmışlar...
Bu yazıda da bilerek ben hata yaptım.
Bakalım kendilerine göre 10. hatamı bulabilecekler mi?
Aydınlar ne yapacak?
Stalin’den ve CHP’nin vaatlerinden bahsedince bir soru daha geldi aklıma...
CHP’nin seçim vaatlerini destekleyen ‘aydınlar’, bunları, bu ülkenin yazarlarından biri söyleseydi, şimdi Kılıçdaroğlu’na inandıkları gibi ona inanır, desteklerler miydi sizce?
Mesela bunu Orhan Pamuk geçen sene söyleseydi, ‘Askerliğin kısalması, savunma bütçesinin düşmesi lazım’ deseydi. .. Bizim CHP sever ‘ilerici’ aydınlar ne derdi?
Yoksa “askerliğin kısaltılması” önerisini AKP yandaşlığı olarak mı ilan ederlerdi?
Andre Gide, Arthur Koestler, İgnezio Silone... Üçü de Stalin döneminde Sovyetler yönetimini eleştiren yazılar yazıp, gördüklerini eleştirdiler...
Gide, ateşli bir komünistti. Sovyetler’e gidip geldikten sonra Sovyet yönetimi aleyhine bir dizi yazı yazdı. Bunun üzerine başta Romain Roland olmak üzere birçok yazardan ağır eleştiriler aldı. Onlarla sert kalem kavgalarına girdi.
Bütün dünyadaki ilerici aydınlar tarafından hainlikle itham edilmekten kurtulamadı...
Arthur Koestler, sağlam bir komünistti. İspanya iç savaşına katılmış, yakalanıp idama mahkûm edilmiş, idam hücresinde başlattığı açlık grevi sırasında genç yaşta kalp hastası olmuştu. Stalin aralarında Buharin gibi Koestler’in yakın arkadaşlarının da bulunduğu birçok komünist yöneticiyi alelusül mahkemelerce yargılatıp idam ettirince... Koestler de Stalin’e karşı çıktı.
Dünyanın ilerici aydınları tarafından hain ilan edildi...
İgnezio Silone, efsanevi Fontamara romanının yazarı ve inanmış bir komünistti. Sovyetler’e gitti, oralarda olup biteni görünce, gördüklerini eleştirdi. Dünyanın ilerici aydınları tarafından hainlikle damgalandı.
Hayatları boyunca suçlanan bu üç yazarın, yıllar önce söylediklerinin doğru olduğu 90’lı yıllarda ortaya çıktı.
Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nde bir proleterya diktatörlüğü değil bir bürokrasi diktatörlüğü kurulduğu, insanları baskılarla kıvrandırdığı anlaşıldı.
Gide, Koestler, Silone gibi yazarlar bu gerçeği söylediklerinde ilerici aydınlar bu yazarlara niye hücum etmişti peki?
Gerçeği görmeyecek kadar kör müydüler?
Yoksa Stalin’e muhalefet etmenin kendilerini hain durumuna düşüreceğinden mi korktular acaba?
Gorbaçov gelip bu üç yazarın yıllar önce söylediklerini söyleyince, kendi yazarlarına inanmayan ilerici aydınlar bir politikacıya seve seve inandı.
Gorbaçov’un arkasına sığınıp gerçekleri söylemek onları hain olmaktan kurtardı.
Gerçi Ergenekon’dan aday seçen Kılıçdaroğlu’nu Gorbaçov’a benzetmek biraz tuhaf oldu ama seçim beyannamesi konuşmasında alışkın olmadığımız bir cesaret gösterdiği için bu hikâyede bu benzetmeyi kullanabiliriz diye düşünüyorum.
Kendisini -sadece Ak Parti’ye karşı olduğu için bile- ilerici aydın zanneden herkes, biz, hepimiz, yazarlara değil politikacılara inanmayı yeğledik her zaman.
Bugün de olduğu gibi...
Kendi aptallığımızdan ve kendi korkaklığımızdan kendi yazarlarımıza hain dedik...
Artık Ergenekon sempatizanı CHP bile askerliği kısaltıyor, savunma bütçesini azaltıyor, Kürt gerçekliğinden bahsediyor...
Şimdi ne yapacağız peki?
Şu ünlü ‘aydın namusu’ adına... Hiç olmazsa biraz utanmayı becerebilecek miyiz?