Aşk bizi geçmiş çağlara mı döndürüyor?
.
Vatan Haber
Kim kimi daha çok sevmeli?
Bir ilişkide kadın mı erkeği daha çok sevmeli, erkek mi kadını?
Nedense bu sorunun cevabını bilebileceğimi düşünen bir arkadaşım bu soruyu sorduğu günden beri bunu düşünüyorum.
“Tabii ki eşit sevmeliler”, ilk akla gelen cevap bu.
Ama öyle mi gerçekten?
Bu yeterli mi?
Bir ilişkide sevginin yanısıra beğenmenin ve hayranlığın hiç yeri yok mu?
Eski zamanlarda kadın evde oturur, erkek çalışırdı, beğenilmek çalışanın hakkıydı ve erkekler beğenilmek isterdi.
Kadınlar da erkeği beğenmek hatta hayran olmak isterdi.
Bu çağda hayat değişti.
Şimdi kadın da çalışıyor, iş yapıyor ve beğenilmeyi hak ediyor.
O da hayranlık bekliyor.
Artık eşitler.
Beni düşündüren bir soru var işte bu noktada.
Yüzlerce hatta binlerce yıl sürmüş bir eşitsizliğin kadın ve erkek ruhunda bıraktığı izler bir iki kuşakta geçer mi?
Bugünkü eşitlik, binlerce yıllık eşitsizliğin izlerini örtmeye yeter mi?
Bugün erkekle eşit bir hayat süren, beğenilmeyi onun kadar hak eden bir kadının ruhunun kıvrımlarında “geçmiş zamanların” alışkanlıkları gizli midir?
Aynı soruyu erkekler için de sorabiliriz tabii.
Onlar da geçmiş alışkanlıkları ruhlarında taşıyorlar mı?
Günlük hayatta, işte, çalışırken, üretirken eşit olan bir kadınla bir erkek, aralarında bir sevgi doğduğunda geçmiş kadınlıkları ve geçmiş erkeklikleri hatırlar mı?
Aşk yaşanırken bugünkü eşitlik bozulur ve farklı beklentiler mi çıkar ortaya?
Aşk, bizi geçmiş çağlara döndürür mü?
Aşık olduğumuzda geçmiş çağdaki kadınların ve erkeklerin ruhu içimizde canlanır mı?
Ben canlanabileceğini düşünüyorum bazen.
En sert, en savaşkan, en üretken kadının içinden bile bir anda büyük annesinin çıkabileceğini, erkeğe hayranlık duymak isteyeceğini, hayran olmadığı erkeği sevse de küçümseyebileceğini, bunun mümkün olabileceğini sanıyorum.
Kadının zayıf yanının geçmişi ve geçmişin izleri olduğunu aklımdan geçiriyorum.
Bu geçmiş, beklentilerde bir fark yaratıyormuş gibi geliyor bana, kadın sevilmeyi, erkek beğenilmeyi daha önemsiyor hala sanki.
Gerçekten böyle mi bu acaba?
Gerçekten geçmişin izleri içimizde mi?
Sevdiğimizde “bugünkü” kadının altından geçmişin kadını, “bugünkü” erkeğin altıdan geçmişin erkeği mi çıkıyor?
Eğer öyleyse, “erkek kadını sevmeli, kadın erkeğe hayran olmalı” türünden bir “geçmiş zaman ilişkisi” hala varlığını sürdürüyor demektir.
Binlerce yıllık bir kadın birikiminden öyle çabucak kurtulamayacağımızı, birini sevdiğimizde ani bir kırıganlıkla geçmişe dönebileceğimizden endişe ediyorum.
Peki böyle bir gerçek varsa ne yapmalı?
Belki de yoktur ama gene de “binlerce yılın izinden” söz ettiğimiz bir ilişkide çok çabuk sonuçlara ulaşmamalıyız.
Belki de sevdiğimizde biz geçmişin kadınıyız.
Erkekler de geçmişin erkeği.
Belki de aşk üstümüzden “günün örtüsünü” çekiyor ve geçmişe dönüyoruz, belki de o yüzden kadınla erkek aşk konusunda bu kadar farklı.
Siz ne dersiniz?
Geçmiş hala ruhumuzun kıvrımlarında mı saklı?