Aşk bedenlere ihtiyaç duyar mı!
.
Bazı cümleleri unutamazsınız, o cümle hafızanızın derinliklerine sığınır, kaybolur, o karanlıklarda gezer sonra birden çıkar gelir, ağlayan o kadından yıllarca önce duyduğum o cümle gibi, ‘ona gerçekten aşık olduğumu biliyorum çünkü onu özlerken aklıma onunla sevişmek bile gelmiyor şimdi… Sadece özlüyorum onu, sadece acı çekiyorum.’
Ne garip, mutluluk başka insanlardan saklanabiliyordu da acılar en güçlü halleriyle, görünür biçimde yaşanmayı istiyordu.
Hele aşk acıları...
Aşk acısı yine ve her defasında olduğu gibi neredeyse tüm acıları yenip geçiyordu.
İnsanlar asırlardan beri aşık oluyor, buna rağmen aşkı tarif edemiyor, niye acı çektiktiklerini kavrayamıyor.
Neye aşık oluyoruz, niye aşık oluyoruz, neden acı çekiyoruz?
Hayatta bu kadar eski, bu kadar çok sorulmuş ve bu kadar cevapsız kalmış kaç soru var acaba?
Neden o insana değil de bu insana aşık oluyoruz?
Bunun ölçüsünü biliyor muyuz, bilmiyoruz, aşkın nereden, nasıl çıkacağını hiç kestiremiyoruz, hayat bizi hep şaşırtıyor öyle değil mi?
İrlandalı yazar Franck O’Connor’ın romanından uyarlanan Ağlatan Oyun’un çok sarsıcı bir sonu vardır. İnsanı çok düşündürür, çok soru sordurur.
O filmde bir adam bir kadına aşık olur, aşık olduğu kadının bir erkek olduğunu anlar sonra, yaşadığı korkunç şaşkınlığa rağmen aşık olmaktan vazgeçmez.
Bir erkekle öpüştüğünü anladığında hastalanan bir erkek, o aşkı nasıl sürdürür, aşk öylesine güçlü olduğunda cinselliği hatta cinsel tercihleri bile aşabilir mi?
Aşk, aslında bedeni işin işine katmadan sadece duygusal olarak yaşanan bir bağlanma mıdır?
Aşık olduğumuzda zihnimizin coşkusu bedenin arzularını bile önemsizleştirir mi?
Aşk büyüdüğünde, beden geri çekilip sahneyi bütünüyle duygulara mı bırakır?
Tabii şu kısacık ama insanı karmakarışık eden soru işte, aşk bedensiz midir?
Tarihin en etkileyici kadınlarından olan Lou Salome’yi anlatan kitabın arkasında onun için ‘Lou aşk ziyafetlerinin oburu olarak cinsellik açlığını hayatının sonuna kadar kapattı’ diye yazıyordu.
Salome, akıllı, yetenekli, güçlü pek çok erkek tarafından sevildiğinde, aşık olunduğunda, o erkeklere dokunmak istemeyecek kadar doyuyordu.
Arkadaşım aşık olduğunu sevdiği insana dokunmak istememesinden anlıyordu, Lou Salome aşık olunduğunda o erkeklere kendini vermeden o aşkı yaşıyordu, Ağlatan Oyun’da aşık olduğu kişi erkek çıktığında bile o aşktan vazgeçmiyordu aşık olan adam...
Javier Bardem’in oynadığı o muhteşem İçimdeki Deniz filminde boynundan aşağısı tutmayan adama, o bedensizliğe aşık iki kadın o aşktan vazgeçmiyordu.
Aşk cinselliği yok etmiyordu, bedenini inkar etmiyordun aşık olduğunda ama aşk bedenlere muhtaç olmayacak kadar güçlü bir halde geliyordu her defasında.
Bedenler bir aşkı nefis bir şölene dönüştürse de aşkı aşk yapan şey, görünmez başka bir gücün, ruhumuzun derinlerinde saklı bilmediğimiz başka bir ihtiyacın cevabıydı. Sevişmek, bedenin bir başka bedenle tamamlanmasıydı ama aşk, bir ruhun bir başka ruhla tamamlanması anlamına geliyordu.
Bir bedeni tamamlayacak bir başka beden bulmak mümkündü, geçici bir süre için bile olsa herhangi bir beden bu isteği karşılayabiliyordu ama ruhun tamamlanması ancak bir kişinin varlığına ulaşmakla mümkün oluyordu.
Başka hiç kimse aşık olunan, özlenen, istenen o insanın, o ruhun yerini tutamıyordu.
O aşık kadının söylediği gibi bazen aşk, aşık olunan insanın bedenini bile kenara itebiliyordu.
Aşk bedensiz midir?
Nedir sevişmekle aşık olmak arasındaki fark? Sanırım bu soruların cevabları, başka bir sorunun içinde saklı.
Uğruna ölmeyeceğiniz bir insanla sevişebilirsiniz ama uğruna ölmeyeceğiniz birine aşık olabilir misiniz?