Aklıma takılan ‘deli’ sorular...
.
Etraf yangın yerine döndü. Hatta böyle söylemek, yaşadığımız ürkütücü gidişatı -ki ‘Artık bu gidişat değil, içinde olduğumuz savaşın bir hamlesi’ diyenleri okudum dün- tam olarak hissettirecek bir anlatım olmadı.
Bu söz daha çok başa çıkabileceğimiz karışıklıkların büyüklüğünü anlatmak için
kullanılır sanki...
Ama bu sefer, tehlikeli ve barış umutlarının en azından bir süreliğine yok olduğu bir savaşa sürükleniyoruz.
Ve bu sürüklenişle başa çıkamıyoruz.
Barışla gerçek bir çözümü, gerçek bir çözümle barışı bulamadık. Bulamıyoruz...
“PKK kim?” sorusunu soruyorum kendime günlerdir?
PKK kim gerçekten?
Ne? Kim yönetiyor?
PKK, BDP’nin söylediği, inandığı, kabul ettirmeye çalıştığı gibi isyanı olan, hakkı yenmiş, zulüm görmüş Kürt gençlerinin içine girdiği, dağına çıktığı bir örgüt mü sadece?
Sanırım hayır...
Suriye’de olanları anlamadan, şu anda içine girdiğimiz savaşı anlamamız mümkün mü?
Sanırım bunun cevabı da hayır...
Peki, Başbakan “Bıçak kemiğe dayandı” derken kime savaş açacağını biliyor mu?
Bence bunun cevabı da hayır...
Ankara’nın terörle ilgili yeni stratejisi...
Bunun ne olduğunu bilen var mı?
Hayır, değil mi?
Peki bu kadar hayırdan, “hayır” çıkar mı?
O kadar çok soru var ki aklımda dolanan...
- BDP-AK Parti çekişmesinin bu soruna bir yararı var mı?
- BDP-PKK ilişkisi nedir?
- BDP mi kendi çıkarları için daha fazla yalan söylüyor AK Parti mi?
- BDP neden Başbakan’ın sözlerine “Bu, açık bir savaş ilânıdır” yorumu yaptı?
- Neden Meclis’e dönmeyi düşünmedi?
- Neden “Çözüm istiyoruz” derken çözümün parçası olmak istemiyorlar?
Gencecik insanlar ölüyor.
Başbakan “Kürt vatandaşlarım” lafının içini boş bıraktıkça, PKK’yı yenmeye aklını takıp Kürt vatandaşlara haklarını vermekte ağırdan aldıkça bu savaşı ancak harlar.
Ve savaş demokrasiyi katleder.
Hâlâ pek çok soru var kafamda:
- Öcalan ne düşünüyor acaba?
- Karayılan ne yapıyor?
- PKK içinde kaç PKK var?
- BDP’yi yok etmek isteyen
PKK hangisi?
- AK Parti’yi yok etmek isteyen hangisi?
- PKK üzerinde gücünü yitiren aslında kim?
Gençler ölüyor, neden öldüklerini bilmeden...
Biri bu soruların cevaplarını biliyorsa söylesin artık...
Belki gerçek cevapları bulursak, gençleri ölümden kurtarmanın yolunu da buluruz.
Borsa’da golü atan santrforlar kim?
Yalçın Doğan yazmış “Üç büyüklere oynayanlar malı götürdü” diye...
Ve “Deli gibi merak ediyorum, üç günde milyoner olanlar kimler acaba?” demiş.
İlgimi çekti benim de...
Çünkü şike iddiaları çıktığı günlerde “Üç büyük kulübün hisse senetleri çok büyük para kaybettirdi” diye haberler yapılıyordu.
Gerçekten altüst olmuştu hisse senetleri...
Ama Yalçın Doğan‘ın yazısından öğrendiğime göre 10 Ağustos ile 16 Ağustos arasında:
- Fenerbahçe:
5 günlük işlem miktarı toplamı 4 milyon 711 binmiş. Hisse senedi 10 Ağustos’ta 36.50 lira 16 Ağustos’ta 56.75 liraymış. Beş günde getirisi % 55. Haklarında ne karar alınacak diye merakla beklenirken hisse senedi alanlar yaşamış gerçekten.
- Galatasaray:
5 günlük işlem miktarı 307 bin 811. 10 Ağustos’ta 219.00 lira olan kağıt 16 Ağustos’ta 286.00 lira... % 30 getiri... Alanlar kârda...
- Beşiktaş:
5 günlük işlem miktarı 16 milyon 853. 10 Ağustos’ta 6.96 lira, 16 Ağustos’ta 8.92 lira...
5 güne % 28 kâr...
Borsada beş günde bu kadar kâr getiren başka hisse senedi yokmuş.
Yalçın Doğan’ın merak ettiği kadar varmış...
Üstelik hafta sonuna denk geldiği için bu 5 günün 2 günü de borsa kapalıymış.
Artık ben de merak ediyorum doğrusu..
Federasyonun ne karar vereceğini bilmeden hisse senetlerine yatırım yapan bu ‘usta’ borsacılar kimler?
Salonlar elden gidiyor mu?
Diğerini de Can Dündar’da okudum. 1841 sinema salonu varmış ülke genelinde.
Bunların 241’i (yüzde 13) Mars şirketinin Cinebonus’ları...
200’ü de(yüzde 11) AFM’ninmiş.
Bu iki rakip birleşmiş. Mars, AFM’yi satın almış.
Yani her 4 salondan 1’i aynı grubun artık.
Eski sinemaların yerini alışveriş merkezlerindekilerin aldığı düşünülürse de, Bu iki grup, “movieplex”lerin yüzde 71’ini kontrol ediyor.
Bu birleşmeyle, bu sinemalarda gösterilecek filmlere, reklam ücretlerine, bilet fiyatlarına tek bir grup karar verecek artık.
Can Dündar,
“AB’nin rekabet
kurallarına, Hükümet’in Birleşme ve Devralmalar Tebliği’ne uygun mu bu birleşme?” diye sormuş.
Rekabet Kurumu, şu sıralar bu soruya yanıt arıyormuş.
Sektör temsilcilerinden görüş alıyor, İsveç gibi ülkelerin daha önce dağıtım tekeli aleyhine verdiği kararları inceliyor; bir yerde Türk sinemasının geleceğine karar vermeye hazırlanıyormuş.
“Sorun ekonomik olduğu kadar, (hatta daha fazla) kültürel de aslında” demiş Dündar.
Yerli sinemanın Amerikan filmlerinden çok seyirci topladığı
nadir ülkelerden, (son kalelerden) biri Türkiye...
Ancak büyük gişe yapanlar dışındakilere salon yok.
“Acaba bu birleşmeyle durum daha da kötüleşmeyecek mi?”
diye de eklemiş.
Aynı endişe beni de sardı şimdi...
Sinema zevkimizi kimler yönetecek, nasıl yönetecek, haksızlıkları kim düzeltecek?
İzleyip göreceğiz...