Acılarımız bizim değil ama yalanlarımız bizim
.
Kötü olan acı çekmek değil, kötü olan hangi acıyı çekeceğimizi başkalarının bize söylemesi...
Onlar ülkeyi nasıl yönetirlerse, bizim de acılarımız ona göre belirleniyor.
Baksanıza bir etrafınıza…
Bütün bu acıları biz mi yarattık, sebebi bizim yaptıklarımız mı?
Şu kahredici pahalılık sizin kendi acınız mı?
Bu savaş, ölümler,cinayetlersizin acılarınız mı?
Yasakcılık, azgelişmişlik, işsizlik sizin acılarınız mı?
Dün Milliyet’te okudum, işsizlik bir yıl önceye göre iyi ama bir ay önceye göre kötüymüş.
İşsiz sayısı 97.000 artmış.
Bu 97 bin kişinin bu acıları kendi acıları mı?
Hepsi mi yeteneksiz, hepsi mi kötü, hepsi mi tembel?
Bunun hiç mi ekonomideki yavaşlamayla, küçülmeyle ilgisi yok?
Başkalarının yaptıklarını kendi acılarımız diye yaşıyoruz.
Üstelik bu acıların nedenlerini, kimin hatasından kaynaklandığını sorgulamıyoruz, öylece alıp kabul ediyoruz.
İşte bu kabullenmişlik, boyun eğmişlik, bizi gerçek ve iyi bir hayat istemekten alıkoyuyor…
O hayat için savaşma isteğimizi köreltiyor…
Korkutuyor…
Sindiriyor…
Kendi hayatlarımıza, kendi gerçeklerimize uzak, acı çeken mutsuz insanlar yapıyor bizi.
“Başkalarının benim hayatımı mahvetmesine neden izin veriyorum” diye soruyor musunuz bazen kendinize?
Siz politikayı kaderiniz mi zannediyorsunuz yoksa?
Tanrı bizi bir insan olarak yarattı ,şans ya da kader bizi Türkiye vatandaşı yaptı, devlet bizi kula çevirdi, politikacılar sürekli aldattı, sahtekarlar paralarımızı çaldı, katiller bizi öldürdü, korkaklar düşünmemizi yasakladı…
Ama artık bizim de bir şey yapmamız gerekmiyor mu?
Hiç değilse acılarımızın kaderimiz olmadığını anlayayabiliriz.
Hiç değilse bu hayatı istemediğimizi söyleyebiliriz.
Bunu değiştirebileceğimize inanabiliriz.
Hayatın içinde dolaşan ama arkasında hiçbir iz bırakmadan, sanki üzerine bastığı toprak tarafından emiliyormuş gibi yok oluyoruz hayatın içinde…
Yaşadığımızın tek kanıtı başkalarının yarattığı acıları çekmek.
Yoksa, yokuz biz aslında…
Var mıyız?
Var olsak,toplumun bütün emniyet kemerlerinin parçalandığı, ülkenin bir dağın tepesinden düştü düşecek bir halde titireyen bir kaya gibi uçuruma doğru kımıldadığı bir dönemde bu kadar sessiz kalamazdık, bu kadar yalan söylemeyezdik herşey güzel diye, bu kadar kör olamazdık..
Eskiden ‘Batılılar Serv istiyor’ diye bir laf vardı…
Batı demokrasisini istemeyenlere göre, Batı bizi parçalamak istiyordu.
Şimdi de Avrupa Birliği koyduğu kriterlerin üye adayı olan bu ülkede gerçekleştirilmesini istiyor ve bunları hayata geçirebilirsek biz demokratik bir ülke olacağız...
Ama şimdi de iktidar çevrelerinde yeni bir Avrupa düşmanlığı başladı.
Avrupa Birliği bizi kandiriyor onlara gore.
Ne zaman ülkeyi yönetenlerin çıkarlarına ters düşecek gelişmeler ya da uyarılar olsa bizim yöneticiler bunları “düşmanlık” diye anlatıyor bizlere.
Onlar öyle anlatsın…
Ama biz inanmak zorunda mıyız?
Gerçekten tek seçeneğimiz bu mu?
Bizim ülkemizde her zaman olduğu gibi bugün de demokrasi düşmanı yöneticiler, gazeteciler, hukukçular var.
Yaptıklarıyla, yazdıklarıyla, söyledikleriyle ve tercih ettikleri körlükleriyle bizi özgürlüklerin olmadığı bir karanlığa mahkum etmeye çalışıyorlar, demokrasiye sırtlarını dönüyorlar.
Hayat da onları sıkıştırıyor.
Sıkışınca da kendilerini buldukları ilk sığınağa atıp bağırıyorlar “AK Parti’yi bu kadar sert eleştiremezsiniz, onlar PKK’yı bitirecek.”
Acılarımız bizim değil ama yalanlarımız bizim, bunu unutmayın.