Aceleye gerek yok, acele edecek bir şey de yok...
.
Zamanı kendi zorlayıcı düzeni içinde algılayamıyorum bir süredir…
Kendi içsel zamanıma göre yaşıyorum hayatı. Sabah dört buçukta uyanıp, gece on olmadan yatıyorum sizin saatinize göre…
Benim için bambaşka bir düzende akıyor zaman sanki bu aralar.
Günler, saatler, aylar hatta bazen yıl bile başka bir zamana aitmiş gibi geliyor.
Zaman kaybolunca mekan da kayboluyor çoğu zaman. Mekan kaybolunca da bildiğiniz hayat da değişiyor.
***
Bazen acıları yaratan şeyin zamanla olan ilişkimizin fazlalığı olduğunu düşünüyorum. Ne kadar fazla zamana esirsen o kadar mutsuzsun sanki.
Zamandan kopabilirsen kendinden de kopuyorsun. Kendi yarattığın o acı dolu dünyadan da…
Zamandan koptuğunda “gerçek olmayan acılar” da bu yeni düzene ayak uyduramayıp gerilerde kalıyor.
Sanırım o köksüz acıları biraz da zamana ayak uydurma çabaları besliyor.
***
Yazın orta yerindeyiz bildik takvime göre, belki de sonlarına geliyoruz, ben bir türlü sezemiyorum sanki yaşadığım takvimi…
“Yaz bitiyor” diyorlar, anlamıyorum ne dediklerini… Bana göre yaz daha başlamadı bile…
Aslında aklımı kaybetmeden zamanı bu kadar gönüllü kaybetmemin bir sebebi var tabii…
“Ayurvedik yaşam” dedikleri Hintlilerin 5000 yıllık yaşam kültürü…
Sufizm… “Sağlıklı beslenme” derken, hepsinin ortaklaşa aynı şeyi söylediğini gördüm; “zamanı yavaşlat.”
“Aceleye gerek yok, acele edecek bir şey de yok.”
***
Zamanı yavaşlatmaz, kendi iç sesini duymayı beceremezsen yaşamda mutluluk olmayacağını söylüyor bu bakış açısı.
Bir şey daha söylüyorlar: “Doğada her şey içerden dışarıya doğru…”
Elinize bir bardak su alıp, dümdüz bir zemine dökerseniz ne oluyor biliyor musunuz, su önce içerde toplanıyor sonra dışarı kendine bir yol buluyor…
Bu kültürlere göre mutluluğu önce içinde yaratamazsan dışarıdan hiçbir takviyeyle mutluluğu yakalayamıyorsun…
Kendi iç zamanına göre bir takvim yaratamıyorsan, dış zamana göre koşup mutluluğu yakalamaya çalışıyorsan, mutlu olman neredeyse imkansız hale geliyor…
***
Marilyn Monroe’nun hayatını okuduğumda rastlamıştım bu cümleye, “o kendi aklıyla, insanın kalbini ezen bir savaş halindeydi.”
Bilmiyorum, belki hepimiz böyleyiz.
“Kendi aklımızla, insanın kalbini ezen bir savaş halindeyiz.” Zamandan kopmak, bu savaşa bir ara vermemize, bir ateşkes imzalamamıza yol açıyor.
Zamanı yavaşlattığınızda, aklınızla savaş bitiyor. Ego ya da zihin dediğimiz o aklı karıştırıcı oyunlar sona eriyor…
***
Zamanı yavaşlatınca bir ‘içimiz’ olduğunu görüyoruz aslında, onu fark ediyoruz… İçimiz bize, aklımızla dışarda yaşamayı seçtiğimiz şeyin her zaman doğru olmadığını söylüyor…
Ve aklımızla kalbimizin, içimizle dışımızın savaşı azalıyor.
***
Ben zamanı değiştirdim…
Kendi sesimi duyuyorum artık…
Kendi zamanıma ayak uyduruyorum… Kendi aklımla barışmaya çabalıyorum.
Aklımla barışabilmek için zamanı yavaşlatıyorum, sırf aklımla bu savaş bitsin diye…
PS: Bu yazıyı geçen sene yazmıştım, zamanı değiştirmek diye buna derim işte, ne dersiniz...