8000 siyasi suçlu olur mu!
.
Hep aynı şeyi düşünüp durmuştum, 2007’den beri… Ümraniye’de bir evde bulunan bombalarla başlayan fırtına ve arkasından esen her kasırgada ayaklanan, “Ergenekon yoktur, haksızlık yapılıyor” diye bağırıp çağıranlar, gerçekten haksızlığa uğrayanların dertleriyle hiç ilgilendiler mi acaba?
İlgilenmediler…
Sadece Ergenekon sanıklarını savunmakla uğraştılar, “Koskoca generale nasıl dokunursunuz”, “o suç işlese bile suçlu olmaz”,“Atatürk’ün askerleriyiz” gibi garip sloganlarla kendilerine benzeyenlerin dışındakileri hiç etkilemeyen bir “muhalefet” yaptılar.
O zamanlar o insanlara her rastladığımda soruyordum “siz bu ülkenin hapishanelerinde haksızlığa uğrayanların bulunduğunu, hukuk sistemindeki çarpıklığı iş askerlere gelince mi anladınız gerçekten ve başka insanlara yapılanlar konusunda vicdanınız rahat öyle mi?”
Ne yazık ki haksızlığa uğruyor denilen de pek az insan gerçekten suçsuz çıktı.
Halbuki bu sistem gerçekten pek çok insanın hayatını karartıyor. Ne yazık ki onlar, “Ergenekon sanıklarından” başkasını gözü görmeyen Kemalistlerin de, “demokrasi” dendiğinde sadece kendi sorunlarının çözümlenmesinin peşinde olan “muhafazakarların” da ilgisini çekmiyor…
Kürtler, devrimciler, öğrenciler, gazeteciler, hatta çocuklar.
Kemalistlerin iktidarında da, muhafazakarların iktidarında da zulme uğrayanlar.
Hiçbir zaman bir iktidarın parçası olmayanlar.
Bütün iktidarların ortak kurbanları.
8000 bin siyasi suçlu varmış bu ülkede…
5000 bini PKK’lı, 800 KCK’lı…
900 kişi sol örgütlerdenmiş…
Sadece gezi olaylarından 137 genç hiçbir şiddete karışmadığı halde içerdeymiş.
Bu kadar çok “siyasi suçlu” yaratan bir sistemde, o sistemin suçlu bulduklarından mı yoksa o “sistemden” mi kuşkulanmamız gerekir sizce?
Hangi ülkelerde bu kadar çok “siyasi suçlu” var, bir bakmamız gerekmez mi?
İsmail Saymaz’ın “Sözde Terörist” kitabını okudum…
Saymaz, Eskişehir Valisi’nin tehdit ettiği gazeteci.
Böyle valilerin görevlerini sürdürdüğü bir ülke Türkiye.
Eskiden de böyleydi, şimdi de böyle.
İktidarlar değişiyor ama sistem değişmiyor.
Kitap, insanların hangi delillerle nasıl terörist ilan edildiğini anlatıyor.
İçim kavruldu okuduklarım karşısında.
Radikal muhabiri İsmail Saymaz kitabıyla ilgili bir söyleşide diyor ki, ‘Mesela Batman’da Belediye’nin kadrolu cenaze yıkayıcısı, bir PKK’lının başında görevi gereği dua ettiği için, bir Cuma hutbesi okuduğu için nasıl tutuklanır, hutbe okurkenki fotoğrafları nasıl fezlekeye konur. Fezleke nasıl iddianameye, o da nasıl karara dönüşür, bunu anlatmak istedim.
Tarihin herhangi bir döneminde neyin terör suçu olduğuna devletler karar verir. Mesela Tayyip Erdoğan dünün teröristiydi, Fethullah Gülen’in 71 Nurculuk davası vardı. İki takke, bir tespih suç aletiydi. Namaz kılınan bir ev basılmıştı, Gülen ve arkadaşları seccade, tespih, takke ve saman yastıklarla tutuklanmışlardı. Said Nursi’ye özenerek namaz kıldırmak ve namaz kılmasıydı suçlama.
Bugün de terörist olarak addedilen deliller iki pankart, bir kitap, üç defter. İşte Türkiye...’
Yüzlerce davadan otuz tanesini kitaba almış Saymaz.
Ve diyor ki “15 yıl önce, ‘durum daha kötüydü’ diyenler için söylüyorum; ‘Tansu Çiller iktidarı’nı yıpratma’ diye bir suç yoktu. Ya da örneğin, ‘Erbakan iktidarını alaşağı etmek’ gibi bir suç tanımı da olmadı. İnsanların bir siyasal iktidarı yıkma, alaşağı etme hedefleri olabilir, suç bunun hangi araçla gerçekleştirileceğine dairdir. Keza, geçmişte ‘herhangi bir tarikatı kötüleme’ diye, ‘onun hakkında kitap yazma’, ‘taslak aşamasına getirme’ diye bir suç yoktu. Bugün var…”
Kitabı okuduğunuzda nasıl insafsız bir “hukuk” sisteminde ya da “hukuksuzluk” sisteminde yaşadığımızı anlıyorsunuz.
Her iktidar da bu sistemi savunuyor, sürdürüyor ve daha beter hale getiriyor.
Bu ülkede muhalefet olabilmek için sanırım önce bu sistemi değiştirmeyi amaçlamak gerekiyor.
Muhalefet yok çünkü bu sistemi baştan sona değiştirmek isteyen yok.
Sadece kim iktidarı ele geçirip, insanları hapse atma hakkına sahip olacak kavgası var.