1 Mayıs işçi bayramı mı yasağı mı!
.
1 Mayıs geliyor.
Birçok ülkede bu basit cümlenin dehşet verici bir anlamı yok eminim, artık solmaya başlamış eski acıların hatırasıyla birlikte bayram havasında kutlanan bir takvim günü, bir şenlik.
Bizim ülkemizde ise “1 Mayıs geliyor” dendiği zaman acılar, tedirginlikler, öfkeler, haksızlıklar, kızgınlıklar akla geliyor.
Ve gerçekten 1 Mayıs yaklaşıyor işte...
1 Mayıs işçi ve emekçiler bayramı.
2009’da çıkan yasadan beri de 1 Mayıs resmi tatil bizim ülkemizde.
Tedirginlikleri ve tartışmaları neredeyse bir ay öncesinden başlayan, o gün neler olacağı hakkında hepimizde büyük endişeler yaratan, “kan dökülmesin” diye dua ettiğimiz bir gün...
Ama bizi bu kadar endişelendiren gün aslında bir bayram.
Bayramdan korkan bir toplum olmamız, sanırım nasıl bir toplum olduğumuza dair kuvvetli ipuçları veriyor hepimize.
2010 yılında, tam 32 yıl süren bir yasaktan sonra Taksim meydanı işçi bayramı kutlamaları için açılmıştı.
Geçen sene “inşaat var” denerek, bu sene de çeşitli sebeplerden kutlamalar yeniden yasaklandı...
Taksim, işçilere ve bayramına kapandı yine.
Başbakan ‘Taksim’den umudunuzu kesin, devletle gerilime girmeyin’ dedi.
Sendikalar ise 1977 katliamının Taksim’de anılmasını ve bu geleneğin sürmesini istediklerini, yasaklayıcı tavra karşı olduklarını söylüyor.
Kutlamalar başka bir yerde yapılamaz mı?
Yapılabilir. Böyle bir ısrar ve inat belki anlamsız.
Ama bu ülkenin insanlarına bir meydanın kapatılması, devletin her türlü çatışmayı göze alarak böyle bir yasakta direnmesi, daha da anlamsız.
Geçenlerde İstanbul’u çok seven İrlandalı bir arkadaşım, ‘bu kadar güzel bir memlekette bu kadar çirkinlik akıl almıyor, coğrafya bile mutlu olmanızı söylüyor size’ dedi.
Doğru söylüyor, diye düşündüm.
Coğrafya bile bize mutlu olmamızı söylerken biz nasıl her şeyden kavga ve mutsuzluk yaratıyoruz, gerçekten inanılmaz.
Bu ülke bana her şeye rağmen mutluluk veriyor, başka hiçbir yerde yaşamak istemem doğrusu.
Her türlü rezilliği, edepsizliği, kepazeliği var ama biraz uzaklaşsam ona tekrar kavuşmak için yanıp kavruluyorum.
Çünkü öyle bir cilvesi, kokusu, rengi, güzelliği var ki bu ülkenin ve bu şehrin, insanın burnunda tütüyor uzaklaştığı zaman.
Ama içindeyken de bir türlü o güzelliklerin tadını hak ettiğimiz kadar çıkaramıyoruz.
Baksanıza, yeryüzünün en güzel kentinde ağız tadıyla bir bayram bile kutlayamıyoruz.
Ne zaman bu ülkeyi düşünsem, mutluluk bu diyara bir gün gelirse hiçbir yere gelmediği kadar güzel ve görkemli gelecek diye geçiyor aklımdan.
Çünkü hem şakacı, hem hüzünlü, alabildiğine bitirim, alabildiğine hergele, aşk fısıltılarını ve ezan seslerini aynı hevesle bağrına basan, klarnet ritimleriyle coşup ayrılık şiirleriyle ağlayan bu memlekete yeryüzünün hiç bilmediği, hiç tatmadığı bir mutluluk yakışıyor.
Ama bir de bugüne bakın.
Bizans’tan, Arap’tan, Ermeni’den, Rum’dan, Yahudi’den, Kürt’ten, Türk’ten, Çerkez’den, Balkan’dan, Kafkas’tan süzülüp gelmiş, Anadolu’nun topraklarında demlenmiş şarkılarımızla, türkülerimizle bir bayram yaratamıyoruz.
“Yok etme” isterisini,“var etme” şehvetine bir türlü çeviremiyoruz.
Ülke güzel ama biz çirkiniz.
Biz de bir gün bu ülkeye layık bir hâle geleceğiz umarım.
İşte o zaman bütün dünyanın gerçekten hayran olduğu bir cennete dönecek buraları.
En azından bayramlardan, mutluluktan, coşkudan bu kadar korkmayacağız...