Türklük’ten istifa mı?
.
Ertuğrul Özkök “Türklüğünden istifa ettiğini” yazmış. Bunu yapmasına neden olarak da birilerinin kendisini “Türk hassasiyetinden dolayı” “Kürt sorununun önündeki tek engel” olarak yazmalarını” göstermiş.. O birilerinin “başkaları” üzerinde nasıl baskı kurdukları bellidir, bunu yaparken bir de dönüp “ben hiç baskı hissetmiyorum, sen de hissetme” gibi parlak sözler de ederler üstelik.
Ama bu “alıştırmalar” ve o kapsamda yapılan baskılar Ertuğrul Özkök’ü rahatsız etse de genelde ne Türklere, ne de Kürtlere işler söylemiş olayım.
Türkler gibi Kürtler de “kendi milliyetinden istifa etme” orijinalliğini kabul etmeyeceklerdir. Neden etsinler ki, tam aksine mesela BDP bugüne kadar milliyetçiliğin en alasını yaparak geldi. Tamam, çözüm için herkes elinden geleni yapsın ama olanları, yapılanları tarihten silmek mümkün mü?
Eğer teröre çözüm getirilecek, bu mücadele bitecekse bunun öncelikle “özerklik” talebinin karşılanmasına bağlı olduğu açıkken milliyetinden istifa niye? Türklüğü anayasadan silmek mi sorunu çözecek? Hangi çılgın bu millete kimliğini unutturacak?
PARDON, MİLLİYETİNİZ NEDİR?
Yeni anayasadan “Türklük” tanımını çıkaracaklarsa bu da olacaktır ama kağıt üstünde çıkarılması insanların “Türküm” demesini engellemeyecektir. Bu anlayışa göre ABD vatandaşı olan 72 farklı orijinden insan “Amerikalı” olduğunu söylemesin, İspanyol “İspanyolum”, Fransız “Fransızım” , İtalyan “İtalyanım” demesin mi? Demiyor mu?
Sınırlardan geçerken bize verilen formlarda “hangi milletten olduğumuz” sorusuna (Nationality ) nasıl cevap verelim peki? Yoksa dünyaya da kendi hazırladığımız “Türkiyeli” yazan formları mı dağıtacağız?
Herkes milliyetiyle gurur duyarak birlikte yaşamayı öğrenmeli, yapılması gereken budur! Hiçbir çözüm insanı milliyetinden vazgeçiremez!
Başbuğ oturup ‘paket’ mi bekleyecek?
Efendim “4’üncü Yargı Paketi”nde de tutuklu askerlerin serbest kalmasını sağlayacak bir düzenleme yokmuş. Demek ki başta Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere “terör örgütü, darbe hazırlığı örgütü vs” denerek tutuklanmış askerler için yine bir ümit yok..
İmzası olmayan, kimin hazırladığı belirsiz dijital veriler “gerçek delil” sayılarak 18-20 yıl hüküm giydirilenler için ise hiç mi hiç yok.. Yargıtay imkanı da kalkacağına göre, yerine getirilecek mahkemeye “bu davalar dışındakilere bakabilir” diye keyfi bir madde bile konabilir. Hakta, hukukta, çıkarılan yasa ve kararlarda keyfiyet de sınırsız malumunuz.
KANUN FABRİKASI!
En basit, ilk akla gelen örnekler; MİT’çilerin sorgulanmaması için acele çıkarılan yasa, özel yetkili mahkemelerin “hukuka aykırı bulunarak kaldırılmasına” rağmen Balyoz, Ergenekon, casusluk davası gibi davalara bakmaya devam etmelerinin sağlanması.. Ki bu keyfi yasa faaliyetlerine Meclis Başkanı Cemil Çiçek bile tepki gösteriyor.
“TBMM kanun fabrikasına döndü, bir ülkede bu kadar çok kanun çıkarılmaz” diyor.
Peki, bu durumda; 4’üncü Yargı Paketi de Başbuğ ve diğer tutuklu asker ve siviller, daha yıllarca hapiste oturup, “hangi nedenle alındığı” bile belli olmayan özgürlüklerine, ailelerine kavuşmak için “PAKET” mi bekleyecekler?
İktidar partisi isterse yeni bir paket çıkar, istemezse çıkmaz, yıllar böylece geçer gider. Bu mudur yani?
KİŞİYE ÖZEL KANUNLAR!
Tabii ki değildir, olamaz. Onun için bu durumun bir açıklaması olup olmadığını İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’a sorayım dedim ama sorarken “onun da aynı durumda olduğunu, şu sıralarda kendi başına gelen bir başka hukuksuzlukla mücadele etmekte olduğunu” hatırladım..
Buna rağmen sorumu kısaca cevapladı. Diyor ki;
“Kanunlar kişilere ve durumlara göre çıkarılmaz, objektif ve soyut olur. Türkiye’de kişiye özel, konjonktüre özel kanunlar çıkarıldığı için ortaya da yeni adaletsizlikler çıkıyor. Birini tutuklayacağınız zaman önce geçerli delili gösterip sonra tutuklayabilirsiniz. Türkiye’de son zamanlarda yapılanları ise akıl havsala almıyor. Bir Genelkurmay Başkanı’nı “terör örgütü yöneticisi” diye tutukluyor, onun mücadele ettiği teröristi ise gizli tanık yapıyorsanız bunun açıklaması yoktur.
Hukuki olmayan bir süreci hukukla açıklamaya çalışmak mümkün değil, yapılan hata bu!”
Gerçekten de sapla samanın birbirine karıştığı, istenen kişilere uygun suçların icat edildiği, sahte delillerin delil sayıldığı bir ortamda hangi haktan, hangi hukuktan söz ediyoruz ki?