Terör görüşmesi kimle yapılacak?
.
Yapılan açıklamalara bakılırsa Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan “tutuklu vekiller” konusundan sonra “terörün çözümü” konusunda da farklı görüş bildirmişler. Bunun neden şaşırtıcı bulunduğunu anlamıyorum ama sebep bu dönemde “farklı görüş”ten pek hoşlanılmaması olabilir..
Tutuklu vekiller konusunda Gül “Kesin yargı kararı çıkana kadar görevlerinin başında olmalılar” görüşündeydi ki mahkum olmadığı halde zaten “vekil olmayanları bile” yıllardır içerde tutmuşken daha uzun süre hapsetmek hukuka aykırıdır ve haksızlıktır.. Başbakan “farklı düşündüğünü” söylemişti, keşke nedenini de tam olarak, hukuki açıdan da anlatsaydı.
OSLO’DAN ÖNCE SÖYLEMELİYDİ!
Şimdi de Cumhurbaşkanı Gül “terör sorunu”nun çözümü için BDP’nin önerilerine olumlu bakarken Başbakan “Terör örgütünün Meclis’teki siyasi uzantılarının bu meselenin çözümünde ne söz hakkı var, ne de yetkisi.. Teröristle kucaklaşanlarla bizim konuşacak hiçbir şeyimiz yoktur. Biz demokratik ortamda herkesle konuşuruz yeter ki ‘terörle irtibatını’ kessin” demiş.
İÇİNDEN ÇIKILACAK GİBİ DEĞİL!
Şimdi burada Başbakan nihayet “terör örgütüyle ve BDP ile tartışma, görüşme” konusunda doğru olanı söylüyor. “Önce terörle irtibatı kesmek” önce “silah bırakmak, eylemlerine, öldürmeye son vermek” anlamına geliyor ki bunu çok başta, “Açılım” demeden ve tabii Oslo’da “MİT ile terör örgütü masaya oturmadan” önce söylemesi, “silahı bırakmam” israrını sürdüren PKK ile istihbarat görevlilerinin görüşmemesi gerekiyordu. Neyse yine de diyelim ki zararın neresinden dönülse kardır ama..
Ama bu kez de ortada çelişkiler var.
Çelişki 1 - Hükümet bir yandan “gerekirse terör örgütüyle tekrar görüşüleceğini” söylüyor, diğer tarafta “terörle mücadele sürecek” deniyor. Bu duruma baktığınızda “müzakere” ile mi çözüm düşünülüyor, “mücadele” ile ülke topraklarının terörden-teröristten temizlenmesi mi düşünülüyor belli değil.. Bir gün öyle, bir gün böyle.. Eğer siyasi bir oyalama yöntemi değilse (ki her gün onlarca şehit ve yaralı verirken “bir saat” bile önemlidir ve zaten halihazırda çok zaman kaybedildi) kendileri de karar vermemiş gibiler. Başımıza Suriye derdini öyle sardık (ve PKK’yı da bu nedenle güçlendirdik) ki dikkatimizi oraya yoğunlaştırmaktan kendi sorunumuzda kafalar karışıyor, mesela bu “müzakere mi, mücadele mi” kararsızlığı nasıl açıklanabilir?
Çelişki 2 - BDP’ye “terör örgütünün Meclis’teki uzantısı” diyerek görüşülmüyorsa terör örgütünün kendisiyle Oslo’da (Başbakan’ın bilgisi dahilinde) nasıl görüşüldü? Başbakan kısa süre önce 27 Eylül 2012’de NTV’de “MİT’i hem İmralı’ya, hem de Oslo’ya ben gönderdim” dememiş miydi?
Çelişki 3 - “Biz terör örgütüyle mücadeleye, parlamentodaki uzantısıyla müzakereye varız” diyen de (25 Mayıs 2012) kendisi değil miydi?
Çelişki 4 - Başbakan “Teröristle kucaklaşanlar”la görüşmeme kararında haklı ama o zaman “Habur”dan gelen ve düğün dernekle karşılanan, ayağına mahkeme kurulan teröristleri nereye koymak lazım?
Ben içinden çıkamıyorum, açıkçası bu bilmeceyi kimsenin çözebileceğini de sanmıyorum. “Çözerim” diyen varsa hemen yukardaki maddelerin hepsini birlikte okusun, vardığı sonucu bana da açıklasın lütfen!
Kadın hep mağdur!
Bu olayı bir toplantıda dinledim ve üzüldüğüm için de yazmak istedim. İsmini vermeyeyim (N.K diyelim) bir genç kadın Tchibo isimli firmada çalışırken Türk Amerikan ortak şirketi olan Teknik Plastik Sealed Air’e transfer oluyor. Çok beğenerek işe alıyorlar, aylar geçiyor çalışmasından memnun olduklarını da bildiriyorlar. Ve tam 6 ayını doldurmasına 6 gün kala N.K hamile olduğunu anlıyor ve dürüst davranarak bunu hemen Genel Müdür’e söylüyor.
Söyledikten 2-3 gün sonra da işten çıkarılıyor. Düşünün 6 gün saklamış olsaydı çıkaramayacaklardı. Bu şekilde iki işi birden 6 ay içinde kaybetmenin üzüntüsüyle N.K düşük yapıyor, bebeğini de kaybediyor. Kariyerinin zarar görmesi ve olaydan psikolojisinin etkilenmesiyle sağlığı bozuluyor ve şirkete “işe iade” davası açıyor. İlk hakim kendisini haklı buluyor ama o hakim gidiyor yenisi geliyor, sonra bir kez daha hakim değişiyor ve sonuçta bu “6 aya 6 gün kala” davası şirket lehine sonuçlanıyor.
CİNSİYET AYIRIMCILIĞI
Şu anda temyiz aşamasındaymış, bence bu tür haksızlıklarda sonuna kadar gitmek lazım. Yapılan (ve eğer bu konuda bir yasa varsa) tamamen bir “cinsiyet ayırımcılığı”.. Bir erkek böyle ciddi bir iş değişikliğinde, hem de başarılı olmuşken kesinlikle hiçbir engellemeyle karşılaşmıyor. Pürüzsüz şekilde yoluna devam ediyor (askerlik demeyin, ona da çare buldular artık, parayı toplayabiliyorsan “yapma” kurtul). Çocuk sahibi olmak sanki sadece kadınların sorumluluğuymuş gibi o meseleyi “eşleri” hallediyor.
Ama kadın çalışıyor ise ve eğer kazayla hamile kalmışsa yandı, o dakika işten çıkarılıyor. 21’inci yüzyılda olacak haksızlık değil bu.. Hele bu nedenle bebeğini de kaybederse hiç değil!