Suriye’de olamaz da Türkiye’de olur mu?
.
Dün İskenderun girişinde askeri kışlaya 150 metre mesafede bomba yüklü bir araç patlatıldı, Allah’tan erken patlamış.. Eğer planladıkları gibi “askeri aracın geçişi sırasında” patlasaydı kimbilir yine kaç askerin canına kıyılmış olacaktı, erken patlama nedeniyle sadece yoldan geçen 3 kişi yaralanmış. Genelde artık detayları duyamıyoruz, o yaralıların durumu ne kadar ağır onu da bilmiyoruz.. Sonradan bilgi de verilmiyor..
Ama bu patlamaların PKK’ya ait eylemler olduğu biliniyor.. Ve diğer tarafta Diyarbakır Belediye Başkanı BDP’li Baydemir aynı gün “cezaevindeki açlık grevleri”nden söz ederek “Barış hepimizin talebidir” diyor, arkasından “Bölgesel yönetim” istediklerini söylüyor..
IRKÇILIK VE KİN!
Bu nasıl bir barış isteğidir ki aynı anda “insanları katleden eylemleri” sürdüren PKK’yla birlik içinde hareket eder, tüm eylemlerine arka çıkarken “barış”tan bahsedebiliyorlar. Ve “ırk üzerinden ayırımcılık” yapıldığından dem vururken görülmemiş bir kinle ve ırkçılığın ta kendisi ile araçlar dolusu masum insana bombalı eylem düzenleyen terör örgütüyle birlikte hareket ediyorlar..
Baydemir’in “Bölgesel yönetim istiyoruz” dediği yönetimin “özerk ve tabii kısa süre içinde ‘bağımsız’ bölge” olduğu ve bunun Kuzey Irak’taki Kürt bölgesi ile, hatta Suriye’deki ile birleşmesinin düşünüldüğü de daha önceki söylemlerden açıkça biliniyor.. Başbakan Erdoğan ise dün verdiği mesajlar arasında “Suriye’nin kuzeyinde Irak’taki gibi bir yapıya, senaryoya izin verilmeyeceğini” söyledi. Daha sonra “Radikal eylemlere hazırlanıyoruz” diyen BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a seslendi; “Radikalleşip de ne yapacaksın, her adımının karşılığını alacaksın”..
NASIL BİR KARŞILIK?
Suriye’de aktif olarak, “Esad muhaliflerini destekleyerek iç savaşa müdahil olmak”la yaptığımız dış politika hatası, her ne kadar Barzani aksine ikna etmeye çalışsa da “Kuzey Suriye’de PKK ile ortak çalışan PYD’nin kentleri ele geçirmesine” neden oldu. Bunun sonucu açıkça belli ki orada da Irak’takinden farksız bir yapı ortaya çıkacak.. Biz devamlı “izin vermeyiz” desek de çıkacak..
Bunun yanında, PKK eş zamanlı olarak Türkiye’deki “özerk bölge ve Öcalan’ın bırakılması” talebine daha çabuk ulaşmak için (özellikle Suriye’de durum değiştiğinden beri) kanlı eylemleri arttırdı.. BDP ise bu eylemleri desteklediği gibi hala “radikal eylemler”den söz ediyor..
KENDİ İÇİNDE ÇİFT BAŞLILIK
Ve sonuçta karşılıklı tehditler ile kaybeden gencecik askerlerimiz ve ağlayan anaları oluyor.. Hükümet’in en kısa zamanda “ne yapılacaksa, çözüm için, canları kurtarmak için ne düşünülüyorsa” bunu uygulamaya koyması gerekiyor.. Artık açılışlar, törenler, seyahatler ertelenmeli ve bu konu çözüme ulaştırılmalıdır.
Zaman zaman söylendiği gibi “terör örgütüyle müzakere” mi yoksa “mücadele” mi önce buna karar verilmeli.. “Suriye’nin Kuzey’inde izin vermeyiz” derken Türkiye’de ne olacak ona karar verilmeli.. Daha henüz Hükümet’in bile net bir kararı yok gibi görünüyor.. Zaman kaybı “anaları daha çok ağlatacak” ise böyle bir lüksümüz yok demektir!
Kaldı ki “terör örgütü silah bırakmadan yapılan Oslo görüşmeleri”nin gelinen noktada büyük rolü olduğunu, PKK’nın “ne kadar saldırırsam o kadar çabuk sonuç alırım” düşüncesine geldiği de unutulmamalı!
Bu yaralı ana mı terörist?
Başında kanlı yaralar ve elinde sarıldığı bayrakla acıdan kıvranırken “Bu millet için görevimi yaptım, bunu hak etmedim” diye ağlıyor 73 yaşındaki Hasibe ana.. “Zamları protesto etmeye değil, Cumhuriyeti kutlamaya gittim. Vatana millete hayırlı 4 evlat yetiştirdim, ben terörist değilim” diye haykırıyor..
İki kolu, kaburga kemiği kırılmış ve başındaki yaralarla şimdi hastane odasında, haftalarca da kalması gerekiyormuş iyileşmek için.. O ise hala “bir an önce sağlığıma kavuşup 10 Kasım’da yine Anıtkabir’de olmak istiyorum” diyor, bu durumda bile tek üzüntüsü 35 yıllık bayrağını Ulus’taki polis müdahalesi sırasında kaybetmiş olmak (Fotoğraflar ve haber Sözcü gazetesinden alınmıştır)..
NE SORUŞTURMASI YAHU?
Şimdi elimizi vicdanımıza koyup düşünelim; bırakın çektiği acıları, kendine ve ailesine bu halde uzun süre bakamayacak olmanın ve bu durumun vereceği maddi manevi sıkıntının yanında hala sadece “10 Kasım’da iyileşmeyi ve Anıtkabir’e koşmayı” düşünecek kadar ülkesini, Ata’sını, bayrağını seven bir kadına nasıl “terörist” veya “illegal örgüt mensubu” ya da “bir parti nedeniyle yürüyüşe katılmış olmak” yakıştırılabilir? Polis müdahalesini dinlemeden yürüyüş yapanlar için soruşturma açılacakmış, mesela Hasibe Özbay’a da mı açılacak?
Gerçek teröristlerin ayağına mahkemeler kurulmuş olan ve “daha da çok gelecekler” diye sevinçle haberi verilen bir ülkede, PKK’nın yaptığı veya PKK destekli yürüyüşler için sadece “polisin güvenlik önlemi aldığı” ülkede Cumhuriyet Bayramı’nda Anıtkabir’e gitmek isteyen halk mı cezalandırılacak? Millet kendi polisi ile karşı karşıya getirilecek ve onun tarafından böyle darp mı edilecek?
Gelinen nokta çok üzücüdür ve bir daha asla olmamalıdır. Sadece “Hasibe ana”nın yaşadıkları bile “Cumhurbaşkanı’nın Vali’ye yaptığı uyarının haklılığını” gösteriyor. Bir de o uyarı yapılmamış olsaydı kim bilir bu toplum daha ne acılar ve ne utançlar yaşayacaktı!