Silahla geri çekilme olur mu?
.
Dün yazdığım noktadan bir adım ötede değiliz.. PKK’nın Kandil’deki liderleri ve son olarak da Duran Kalkan “Geri çekilme Sonbahar’dan önce olmaz, o zamana kadar da Hükümet’in ‘çözüm’ dediği şeyin ne olduğunu, somut adımları, yeni anayasada yapılacakları görmemiz lazım” derken bir gün içinde “geri çekilme süreci başladı” dendi.. Adeta bir tiyatro gibi ama yine de insan umutlanmak istiyor.
Sonra bakıyorsunuz PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Murat Karayılan’ın açıklamalarına ve bunun zorluğunu görüyorsunuz.. Sanki Türkiye’deki binlerce PKK’lı kısacık sürede Kandil’e dönecekmiş ve “bir daha da hiç gelmeyecekmiş” gibi bir hava yaratılıyor. Karayılan; “PKK öteden beri kullandığı güzergahları kullanarak disiplin içinde çekilecek” diyor.. (Bari uzaktan izlese de şu güzergahları öğrense TSK.. Her ihtimale karşı yani..) Yani “taleplerinin tümü yerine getirilmediği anda” aynı güzergahlardan geri dönmesi çocuk oyuncağı..
Misilleme silahla olur!
Açıklamanın devamında: “Çekilme sırasında Türk ordu güçlerinin de aynı duyarlılık ve ciddiyetle hareket etmesi” isteniyor, “herhangi bir saldırı olursa geri çekilme derhal duracak ve PKK misilleme yapacak”..
Bu konuşmalarla dünyaya hangi mesaj verilmiş oluyor: Sanki bugüne kadar PKK “o güzergahlardan” yüzlerce teröristle sızarak asker-sivil binlerce kişiye suikast yapmamış, doğacak bebekleri bile babasız bırakmamış da “karşılıklı iki ordu savaşmış” gibi.. Sanki Türk ordusu “durup dururken operasyonlar” düzenlemiş ve kanlı olayları o başlatmış gibi.. Ve günler önce “sınırlardan askerler çekilmemiş” gibi..
Şimdi bu şartlarda elbette asker orada olsa bile “geri çekilen teröristlere” dokunmayacaktır ama “derhal misilleme yapar” dendiğine göre Başbakan Erdoğan’ın “silahlarını bırakıp ülkeyi terk etsinler” sözü yerine getirilmiyor, silahlar elde-belde gidiliyor.
‘Aynı beklenti’yle ateşkes..
Haydi terör örgütünün “ateşkes” yapması sevindirici diyelim ama bunu daha önce “referandumdan seçim sonrasına kadar” zaten yapmışlardı, ne farkı var? Beklenti o zamankiyle aynı, o zaman da “seçim sonrasına kadar zaman veriyoruz, yoksa tekrar teröre başlarız” deyip başlamışlardı, şimdi de zaman veriyorlar. Nitekim “Geri çekilme birinci aşama .. İkinci aşamada ‘anayasal çözüm’ü bekliyoruz. Üçüncü aşama; Öcalan dahil herkesin özgürleşeceği süreç, ancak ondan sonra silahlar bırakılabilir” diyorlar.. Silahlar bırakılınca da “PKK’nın BDP olacağı”nı zaten iki gün önce söylediler. Demek ki neymiş; “geri çekilen”ler bir süre sonra “geri dönecek”ler..
Başkanlık ve özerklik..
Yine de Karayılan’ın anlattıklarını açmaya devam edelim: 2’inci aşamada bir yandan “başkanlık sistemi” gündeme oturur ve gerekenler yapılırken diğer yanda “özerk bölge” konusu halledilecek.. 3’üncü aşamada Öcalan serbest bırakılacak ama öte yanda özerk bölge ile “herkesin özgürleşmesi” denilen talep karşılanacak.. Hükümet bir kez daha seçime kadar bu süreçleri uzatıp sonra yine politika değiştirmeyecekse zaten “özerklik” konusu filan bitmiş..
Ama “sorun” büyük ihtimalle Kuzey Irak-Türkiye-İran ve Suriye’yi kapsayacağı bilinen “tam bağımsız devlet” noktasına kadar bitmez. Veya belki de “gelirini devletten sağlayacak” ama “bölgenin petrolünü” de sahiplenecek bir özerk bölge “bağımsız devlet”ten daha karlıdır, bilinmez.. Dün “Güneydoğu’dan petrol fışkırıyor.. Şırnak-Silopi yakınlarında petrol bulundu” haberi vardı. Bu kadar bereketli ve ABD (ve İsrail) için de çok stratejik bir bölge, bağımsız devlet şartlarında ama adı “özerk bölge” olarak yönetilse fena mı?
Neticede adı “barış süreci”.. Karşı çıkılmamalı ama “yakın gelecekte nelerin olacağı” konusunda beyin jimnastiği yapmaya yasak yok herhalde! Sorun ve çözüm denilen konuların yıllardır söylenegelen “dil, kültürel haklar, Kürt kimliğinin tanınması” gibi daha anlaşılır talepler olmadığı “binlerce canın yok edilmesi”nden belli değil miydi zaten!
Çölaşan’a hiç yakışmıyor!
Daha önce de benzerini yaptı, sanıyorum kitabında da yaptı ve ben yine yazdım, hatırlıyorum.. Emin Çölaşan VATAN gazetesine sataşmayı ve onu bulunduğu çizgiden farklı bir yere oturtarak “tüm rakiplerden kurtulmayı” seviyor. Kendini “en kusursuz, en dürüst, en bağımsız, en.. en.. en..” görürken, kendisi gibi “gazetecilik ilkelerinden, bağımsızlığından” ödün vermeyen ve üstelik bunu ondan “daha saygılı, daha demokratik, evrensel basın kurallarına daha çok uyan” bir üslupla yapan meslektaşlarını yok saymayı her nasılsa o pek duyarlı vicdanına sığdırabiliyor.
Ben SÖZCÜ gazetesini takdir ederim, medyanın ağır baskılar altında kaldığı bir dönemde özgürce gerçekleri yazabilen bir gazete olarak takdiri hak ediyor ama bunun gibi eleştirdiğim noktalar da var doğrusu, çok fazla detaya girmeyeceğim. Söyleyeceğim şu ki; VATAN diğer gazetelerin ve SÖZCÜ’nün de karşılaşmadığı çok badireler atlattı, buna rağmen bizler “demokrasiye, basın özgürlüğüne saygılı, her tür baskıya direnen- direnmek için mücadele veren kalemlerimizi, dürüst ve şeffaf çizgimizi” koruduk..
Bu durumda Emin Çölaşan hangi hakla VATAN’ı “yandaşlar” gibi bir genellemenin içine alabiliyor? Medya üzerindeki baskıları bilmesine rağmen bunu yaparken “gazetedeki tüm meslektaşlarına” vereceği zarar yüzünü ve ruhunu kızartmıyor? Problemi nedir? Eğer “PKK’nın çekilmesi için son 24 saat” gibi bir haber varsa ve VATAN bunu manşet yapmışsa ona ne oluyor, bunun neresi yandaşlık? Bin kez de olsa o yazdıkça ben de yazacağım; Emin Çölaşan “satır aralarına sıkıştırdığı haksızlıklarla” ayıp ediyor, bunca yıllık deneyimine de hiç yakışmıyor, bu kötü alışkanlığından vazgeçmeli..
Hırsın (mesleki de olsa) bu kadarı zararlıdır, aman dikkat!
NOT; Yazdıklarım “bugünkü şartlar için” geçerlidir, siyasi baskıların artması ve mevcut durumun değişmesi söz konusu olursa bizler de o gazetede olmayacağız demektir zaten!