Özal’ın şehit sayılması..
.
Turgut Özal’ın ölümünün 20’inci yılında kabrinde yapılan anma töreninde Semra Özal; “Eşim görev başında öldürüldü. Şehit kabul edilmesini istiyorum, bütün gayem bu” demiş. Allah rahmet eylesin ben Turgut Özal’ı (her hükümet döneminde olduğu gibi yazılarımda eleştirsem de) severdim, Semra Hanım’ı da severim. Ama ölümünden sonra yıllarca “tahlil yapılması için saç telini vermeyen” de Semra Özal’dı, otopsiye izin vermeyen de kendileriydi..
Onca yıl sonra “mezar açılsın, otopsi yapılsın” diye ortaya çıkmalarının sebebi yalnızca “şehitlik” konusu değil herhalde, yoksa bunu daha önce düşünürlerdi.. Başka nedenler vardır mutlaka ama sonuçta önemli bir mesele de 20 yıl sonra Emekli Tuğgeneral Hüseyin Ersöz’e “Özal’ın zehirlenerek öldüğü” öne sürülerek dava açılması..
YARGIYA MÜDAHALE!
“Ergenekon vardır, işte kanıtı” der gibi.. Sanki “günah keçisi” seçilmiş gibi, kabak onun başına patlamış gibi.. AKP Milletvekili Mustafa Şahin 17 Nisan’da “Ersöz’ün elinde kan izleri var, Özal şehit kabul edilmeli” diyor, ertesi gün Semra Hanım “şehit kabul edilmeli” diye tekrarlıyor..
Ersöz’ün “Özal’ın katili olduğu, Özal’ın bütün o doktorlar heyeti raporlarına rağmen zehirlenerek öldüğü” kanıtlandı, dava bitti mi ki Şahin ve Semra Hanım bu kadar emin konuşuyor ve kendilerini yargı yerine koyuyorlar?
Artık bu ülkede garip olaylara hiç şaşmamak lazım! Olmayacak şey kalmadı!
Silahlar ABD’ye..
Perşembe günü Milliyet’in manşeti; Kürt sorununda dünyanın sayılı uzmanlarından biri olan Prof. Barkey’in “Silahlar güvenilir bir güç olan ABD’ye bırakılabilir” sözü vardı. Gerçi PKK bugüne kadar silah bırakmaktan söz etmedi, hatta Kandil ve BDP bu süreçte “silah bırak” demenin hiç de gerçekçi olmadığını söylediler ama..
Ama eğer şimdi PKK “Öcalan emredince bırakırız” diyorsa belki gerçekleşir. Kaç silah vardır, hepsi mi bırakılır orasını “silahları sayacak olanlar” düşünmeli. ABD’ye bırakılmasına gelince; PKK’nın silahlarının “ABD’den gelen” silahlar olduğu daha önce sıkça yazılıp çizildiğine göre silahlar “geldikleri yere” dönecekler demektir.
Akillere akıl veren Şeyh!
Herhalde onların “kendi akıllarının yetmeyeceğini” düşünmüş olmalı ki Mardin Kızıltepe ilçesinde Şeyh Seyda Selahattin Seydaoğulları akiller grubuna akıllar vermiş. Bunlar arasında;
“Tarikat ve cemaatlere devletten mali ve her türlü teşvik.. Medrese eğitiminin canlandırılması ve Diyanet’e bağlı bir kuruma dönüştürülmesi (Diyanetin kendi kurumları da yetmemiş)..
Dini ve ahlaki eğitim verecek ‘kadın geliştirme evleri’nin açılması (sadece kadınların ‘ekstra din ve ahlak eğitimi’ne ihtiyacı var demek ki.. ‘Töre cinayetleri önlensin’ diyeceğine).. Din adamlarından irşat heyetleri oluşturulsun ve bu heyetler dolaşsın, sürece faydası olur.. Vee ‘Molalar bu süreçte daha aktif duruma getirilsin, barış elçiliği yapsın.”
Hepsinin özeti daha kolay olurdu aslında; “Cumhuriyet öncesi döneme geri dönülsün, herşey eski tas, eski hamam olsun”.. İran’ı filan tarif ediyor zira! Bir de “ruhban sınıfı gibi bir mollalar takımı olsun” dense eksik kalmayacak!
PKK’lılar mağarada mı oturuyor?
Haberler şöyleydi; “PKK’lılar insansız hava araçlarına görüntü vermediler, mağaralardan çıkmadılar”.. Sözü edilen Türkiye’deki PKK’lı sayısı 1500 imiş.. Kandil’den “Iraktakiler de Kuzey Kürdistan’a (Güneydoğu Anadolu) gelmek istiyor”açıklamaları yaptığına göre belki şu anda çok daha fazla..
Peki bunların hepsi mağaralardan çıkmadan, devamlı orada mı yaşıyor? Üstelik Hükümet “isteyen PKK’lılar rahatça sınır dışına çıkabilir” dediği halde mi? Hepsi sadece bej üniforma benzeri PKK kıyafetleriyle mi geziyor? Aynen “sınır dışına çık” deyince 1500’ü birden koşacakmış ve tek tek sayılabileceklermiş gibi, halkın arasına kolayca karışmaları ya da bu süreçte aileleriyle oturuyor olmaları imkansız mı?
Ben bu tür haberleri hiç mi hiç anlamıyorum arkadaşlar, anlayan var mı?.