Örgüt üyesi olmak ne kolay!
.
Bugüne kadar gazetecisinden, Genelkurmay Başkanı’na, bilim adamından, rektöre kadar “terörist” suçlamasıyla karşılaşan yüzlerce insanın hayatından yıllar çalındığı, kendilerinin ve ailelerinin onurunun zedelendiğini gördük. Hem de “bilirkişilerin hatta dünya çapındaki Microsoft firmasının sahte olduğunu açıkladığı deliller”le, hem de “hukuka aykırı” olduğu söylenerek kaldırılan “özel yetkili mahkemeler”le..
Yufka yürek sızlamaz mı?
Şimdi de elinde “biber gazına önlem” olarak “dibinde birkaç damla bulunan (fotoğrafta görülüyor) sirke şişesi” taşıyan 17 yaşındaki kızı da “Molotoflu örgüt üyesi, militan” yaptılar ya, bu etiketin insan üzerine yapıştırılmasının ne kolay olduğunu sanırım bilmeyen kalmadı.
Ama asıl çelişki İstanbul Valisi’nin “Benim gibi bir yufka yürekliye faşist demelerini kabul edemem” sözünde yatıyor. “Bir yüreğe sahip olmak” tabii önemlidir ama valiler için daha önemlisi “vatandaşın demokratik haklarını bilmek ve onların güvenliğinden sorumlu olmak”tır. Duygudan önce “görev bilinci” gelir böyle işlerde..
Polisin kafasına yakın mesafeden attığı biber gazı fişeğiyle ağır yaralanan iki genç kızdan biri olan lise öğrencisi Dilan’ın babası “Kızımın herhangi bir örgütle ilişkisi olduğunu kanıtlayamazlar. Valinin onu suçlayan sözleri acımızı iki kat arttırdı. Kızımın terörist gibi gösterilmesinden sonra onun geleceğinden endişe duymaya başladım. Vali bu beyanları yaparken elini vicdanına koysun” diyor.
Acaba yufka vicdanlı Vali Mutlu Bey, kendisine söylenen sözü “kabul etmez”ken, daha 17 yaşındaki genç kızın ve ailesinin “terörist” suçlamasını nasıl kabul edebileceğini düşünüyor mu? Onun geleceğine silinmesi güç bir kara iz bırakmak “yufka yüreğini” sızlatıyor mu?
Sadece meraktan soruyorum, çünkü artık sorular bile bu olaylar karşısında anlamını yitirdi!
Anayasa için kimin acelesi var?
TBMM Başkanı Cemil Çiçek yeni anayasa için; “Vatandaş sonuç bekliyor, işi geciktirme imkanı yok. Güneş batmak üzere. Karanlığa kalmadan bu iş bir an evvel yapılmalı” demiş. Tam bir bilmece-bulmaca gibi bu anlatım..
Güneş, karanlık, vatandaş!
Hangi güneş batıyor, hangi karanlıktan söz ediliyor? Yeni anayasa için hangi vatandaş bu kadar acele içinde?
Tamam yeni anayasa yapılacak ama “milletin iradesi” denilen Meclis, oradaki partiler hiçbir konuda bilgi sahibi değilken, PKK’lı Karayılan bile “çözüm diyorlar, çözüm nedir kimse bilmiyor, muhalefet partileri süreç dışı bırakılıyor” derken.. Ortada “getirilmek istenen başkanlık sistemi” gibi çok ciddi ve “Türkiye’ye uymayacağı ve tam baskı sistemine döneceği” neredeyse tüm hukukçular ve siyaset bilimciler tarafından açıklanan bir değişiklik varken anayasa aceleye getirilir mi?
Polemik değil,küfür-hakaret!
Meclis Başkanı’nın sözleri sadece “PKK’nın acelesi”ne yorulabilir ki onun acele ettiği konu elbette önce tüm topluma açıklanmalıdır. Anayasa her vatandaşın hayatını, ülkenin geleceğini yakından ilgilendiren bir toplumsal sözleşme olduğuna göre şimdiye kadar önemli değişiklikler çoktan açıklanmalıydı.
Bu yapılmıyor, süreç devamlı olarak Meclis içi kavgalarla, milletvekillerine ana avrat küfürlerle, partilere “bugünle değil, geçmişle ilgili” saldırılarla, birbiriyle tamamen zıt partileri “ilişkilendirerek puan kaybettirme” çabalarıyla yürütülüyor. Bir yanda “temiz siyaset”ten söz edilirken öte yanda hiç görülmemiş yalan ve iftiralar uçuşuyor.
‘İktidar anayasası’’ olmamalı!
Bence Cemil Çiçek tam aksine “Anayasa aceleye gelmemeli, toplum ne yapıldığını PKK’dan önce veya en azından PKK’yla birlikte öğrenmeli.. Başkanlık sisteminin Türkiye’nin mevcut siyasi yapısı ile bize uyup uymayacağı da iyi anlaşılmalı, bu hayati bir konudur, demokrasiyi-rejimi ilgilendirir. Yapılacak anayasa ‘BİR VEYA İKİ PARTİ’nin anayasası’ olmamalı, meşruiyeti tartışılır olmamalı” dese daha doğru olacaktı. O bunu söylemesi gerektiğini bilecek kadar deneyimli bir siyasetçi..
“Güneş veya karanlık” asıl bu tür hatalarla gündeme gelecektir zira!
Görünmez kaza!
Bu da gerçekten görünmez kaza.. Cumartesi günü ilk yazımda ara başlıklardan birinde “milletvekili değilse?” içinde “millitvekili” olarak geçmiş sözcük.
Benim gönderdiğim yazıda bu hata yok ama büyük harflerle yazdığım ara başlıklar baskıya geçerken “küçük harf”e çevrildiği sırada harf hatası ortaya çıkmış.
Okurlarımdan ben özür diliyorum.