ODTÜ’deki polis orta yerde ne arıyordu?
.
Times Higher Education isimli yüksek eğitim dergisinin tüm dünyadan 17 bin akademisyenin görüşüyle belirlediği “dünyanın en saygın üniversiteleri” sıralamasında ODTÜ bu yıl 96’ncı sırada yer alarak “ilk 100”e girdi.
Dünyada 8 kuruluşun açıkladığı “dünyanın en iyi üniversiteleri” sıralamasında ise 2 sıralama sisteminde “ilk 300”e girdi. Türkiye’de biz bu büyük başarıyı nasıl ödüllendiriyoruz; öğrencilerine polis dayağı çektirerek, gaz bombaları attırıp hastanelik ederek..
ODTÜ Kimya Bölümü Başkanı Prof. Dr. İlker Özkan’dan 2012’nin son günlerinde bir mektup aldım. Bu mektubun bazı bölümlerini paylaşmak istiyorum zira gerçeklerin net şekilde anlaşılması ve benzer olayların gelecekte de yaşanmaması açısından önem taşıyor ve ayrıca bunu son sınıfa kadar okuduğum üniversiteme karşı borç biliyorum.
MOLOTOF KOKTEYLİ ATILDI MI?
Özkan, Başbakan Erdoğan’ın 18 Aralık’ta ODTÜ’de çıkan olaylarda “öğrencilerin polise Molotof kokteyli, çelik bilye, taş attıklarını ve lastik yaktıklarını iddia ettiğini, bu iddialarını en son 28 Aralık akşamı TRT’de katıldığı canlı yayında tekrarladığını” belirterek başlamış mektuba. (Başbakan’ın bu konuşmasından sonra MHP Genel Başkanı daha ileri giderek “o gün ODTÜ’deki öğrencilerin terörist olduğunu, yasa dışı örgütlere mensup olduklarını” filan söylemişti. Balık baştan kokutulunca arkası da böyle geliyor, ülkede “terörist” etiketi almak öyle kolaylaştı ki.. Diğer üniversitelerin ortak açıklaması ise ciddiye alınmayacak kadar inandırıcılıktan uzak..)
BAKAN ‘ORANTISIZ GÜÇ’ DİYOR..
“Halbuki” diyor, “polisin amiri olan kendi memuru İçişleri Bakanı, olayın hemen ertesi günü ‘polisin orantısız güç kullandığını’ kabul etmiş, daha da önemlisi molotoftan, bilyeden, lastik yakmaktan hiç bahsetmemişti (...) İçişleri Bakanı’nın ve ODTÜ Rektörü’nün ifadelerine rağmen israrla Molotof, bilye, lastik yakma söylemine devam etmekte ve böylece ODTÜ Rektörünü ve tüm ODTÜ camiasını yalancılıkla suçlamaktadır.
Başbakan bu iddialarını ispatlamak zorundadır. Bütün kurumlar emrindedir. O zaman çıksın; işte ODTÜ’deki Molotof kokteylleri, işte bilyeler, işte yakılan araba lastikleri diye bize göstersin. Bunları yapan öğrencileri kimlikleriyle açıklasın. ODTÜ yerleşkesi geniş bir arazi üzerine kurulmuştur. Kimya Bölümü ODTÜ’nün merkezindedir (ben de kimya derslerini o binada aldım, tam ortadadır, RM)..
TÜBİTAK ORADA DEĞİL!
Başbakan’ın ziyaret ettiği TÜBİTAK binası derslerin yapıldığı kısımdan 1.5 km uzakta olduğu halde polisin Kimya Bölümü civarında ne aradığını ve neden oralarda biber gazı atarak, o anlarda derslerde ve laboratuarlarda bulunan öğrencilerimizin panik içinde kaçmaya zorlandığının, bina içindeki öğretim elemanlarımızın ve diğer personelimizin de aynı akibete hangi sebeplerle uğradığının açıklanması gerekir.”
ODTÜ Kimya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Özkan, Başbakan’ın bu açıklamayı yapması, yapmıyorsa ODTÜ camiasından özür dilemesi gerektiğini söylerken asıl meselenin “Göktürk-2 ile yapılması planlanan propagandanın öğrenci olaylarının gölgesi altında kalması” ve bu nedenle duyulan öfke olduğunu öne sürüyor.
TEKRARLANDIKÇA İNANILIYOR MU?
Burada asıl anlaşılmayan şey gerçekten de İçişleri Bakanı ile olayları yakından izleyen ODTÜ Rektörü Acar’ın şiddet olaylarının arkasından yaptıkları açıklamalara rağmen hala israrla “Molotof kokteyli ve yakılan lastiklerden, olayları yaratanların öğrenci olmadığı gibi gerçek dışı iddialardan” söz edilmesidir. Acaba siyasi PR’cılar “kim ne açıklama yaparsa yapsın siz bunları tekrarlayın, millet sık duyarsa inanır, aklında bu kalır” önerisinde filan mı bulunuyorlar?
Zira seçim dönemlerinde de buna çok rastlanıyor ve açıkçası “beyin yıkama” yöntemi bu ülkede pek de kolay tutuyor. Ama sonuçta ODTÜ olayının sorumlularının da Uludere olayında görüldüğü gibi havada kalmaması son derece önemlidir.
Aydına eziyet bitmiyor!
Odatv’nin sahibi Soner Yalçın bir “düşünce ve ifade” tutuklusuydu.. Yıllarca cezaevinde bir hükümlü gibi yaşatılarak sadece duruşma bekletildi.. Aynı davadan, aynı “dışarıdan gönderilmiş virüslü bilgisayarlar” nedeniyle tutuklanmış diğer gazeteciler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı halde o fazladan aylarca cezaevinde tutuldu.
Bu yetmiyormuş gibi yılbaşı öncesinde serbest bırakıldıktan sonra her hafta Levent Karakolu’na giderek imza atması istendi.. Oysa bu uygulama diğer tutuksuz yargılanan gazetecilere yapılmamıştı.. Aynı dava içinde de yapılmadı.. Katillere, çocuk ve kadınlara tecavüz eden sapıklara, hatta toplu tecavüz olaylarının sapıklarına da, 3’üncü Yargı Paketi ile bırakılanlara da, Hizbullah terör örgütünün liderlerine, üyelerine de yapılmadı, yapılmıyor.. Hatta bu nedenle onlardan yurt dışına kaçıp yakalanmayanlar oldu biliyorsunuz..
İŞKENCENİN DEVAMI!
Ama yıllarca Hürriyet gazetesinin saygın, beğenilen bir yazarı olmuş, ülkenin başarılı bir gazetecisine adeta işkencenin devamı gibi bu “anlamsız ve gereksiz uygulama” reva görülüyor.
Dün ben de kalabalık grupların destek için, medyanın haber için gittiği Levent Karakolu’nun önündeydim. Soner Yalçın imzadan sonra yaptığı konuşmada “gerçeği söyleyenlere mutlaka eziyet edildiğini, ya hapse atılıp ya işsiz bırakıldıklarını veya katledildiklerini, ya da karakollara getirtilerek ‘güvenilmez’ imajı yaratıldığını” belirttikten sonra; “Mesele aydın kıyımına son vermektir. Biz izinle düşünmeyiz, yazmayız, sadece gerçek yarışındayız. Bu dava bir Soner Yalçın davası değildir, düşünce davasıdır, aydına eziyettir” dedi..
KAÇMAK İSTESE..
Ağır suçlular için gerek görülmeyen bir uygulamanın, sanki “onlar kaçmaz ama sen kaçarsın” der gibi yapılmasının başka bir anlamı varsa, onu da “bu işkenceye karar verenler dahil” bilen varsa lütfen açıklasın da millet duysun.
Ayrıca gerçekten de; “düşünce ve ifadeden başka bir suçu olmayan” bir insan sanki haftanın diğer günleri, hatta aynı gün öğleden sonra kaçmak istese, böyle bir isyana niyeti olsa örneğin bir Yunan adasına geçivererek kaçamazmış gibi bu ne anlamsız bir uygulamadır?
Artık Türkiye’de öyle anlamsızlıklar, hukuk yanlışları oluyor ki cevapsız soruları sormak bile anlamsızlaşıyor ama halkın da bunları bilmesi, duyması gerekiyor yine de.. Yapılan işkencedir, eziyettir, basın özgürlüğüne vurulmuş darbedir!