Meğer Koç için ihbar gelmiş.. Miş!
.
İşte “bağımsız bir yargının olmaması, bırakılmaması” ülke için bu nedenle çok acıdır. Vatandaşlara ve hatta ülkenin kuşaklar boyu en büyük başarıyı sergilemiş, en büyük sanayi gruplarına bile siyasi baskılar, haksızlık ve hukuksuzluklar yapıldığında başvuracak, hakkını arayacak bir yargı yoktur ortada.. Gezi Parkı’na inşaat izni olayı en basit örnektir, mahkemeler bile ne karar vereceğini bilemez, hakimler korkar, hakimler karar için “iktidarın tutumunu” gözler hale gelmiştir. Bir mahkeme “yürütmeyi durdurma” kararı vermişse, Bölge Mahkemesi’nden “tam aksi yönde karar” çıkarılır ve top yine iktidara bırakılır. İstenirse inşaat başlatılabilecektir.
‘Hesap verecekler’ denmişse..
Gezi eylemleri sırasında Taksim’de Gezi Parkı’nın bitişiğinde olması nedeniyle, polis şiddetinden kaçan insanlara (aralarında bebekler ve anneler de, Alman siyasetçi Claudia Roth da vardı) ve yaralılara kapısını açtığı için Koç Grubu’na “hesabını verecekler” dendi. Bu “hesabını verecekler” lafı başlıbaşına “yargıya, Emniyet’e veya ilgili bakanlıklara emir” haline geldi zaten, anında “görev” çıkarılıyor..
Aradan kısa bir süre geçti ki birden ülkenin Vergi rekortmeni Grubu’nun vergi rekortmeni en büyük şirketlerine “BASKIN” düzenlendi. Sözüm ona “denetim baskını”.. Özel ekipler ortaya çıktı, depolar ve dolum tesisleri, şirket yönetim odaları didik didik aranmaya başlandı. Bilgisayar ve dosyalara el konuyor, evraklar incelemeye alınıyor. Evrakta sahtecilik, vergi kaçağı vs durumlara rastlanırsa grup yöneticileri ve aile “hesabını verecek”..
‘Adalet’ diye bağırsan da
Aslında artık Türkiye daha önce açılan ve 5 yıldır süren davalarda da gördü ki “herhangi bir delil olmasa da” hesap vermesi istenen kişiler veya gruplar (Doğan Grubu örneğini tekrar hatırlayalım) yıllar boyu baskı altında tutuluyor veya her şekilde uzun yıllar cezalandırılıyor. İstediğin kadar “Adalet” diye bağır, duyan olmuyor. Ancak “AİHM’ye ulaşmayı başarırsan” haklılığın ortaya çıkıyor, o takdirde de cezaları millet ödüyor, suçlular değil.
Yine imzasız mektup!
Efendim TÜPRAŞ, Aygaz ve Opet’e yönelik denetim için ihbar gelmiş. Nereden gelmiş? Cevap; “İçerden”.. Yani aynen Balyoz, Ergenekon gibi soruşturmalar-gözaltı ve tutuklamalar başlatılırken yapıldığı gibi “imzasız mektup”.. Nereye gelmiş; yine o olaylardaki gibi “Emniyet”e.. Polise yani.. Gezi olaylarında “5 gencin hayatını, 11’inin gözünü kaybettiği, binlercesinin yaralandığı şiddeti yaratan ve bu nedenle 4-5 maaş ikramiyelerle, takdir konuşmalarıyla ödüllendirilen” Emniyet’e.. Sonra da bu ihbar mektubu “DELİL GÖSTERİLEREK” aramalı inceleme başlatılıyor.
Denetim şartları nedir?
Peki bu ne tesadüftür ki tam da Başbakan’ın “hesabını verecekler” sözünden hemen sonra o ihbar mektubu geliveriyor? Ve “içerden” gelen bu mektup hangi şirketin “içersinden” ki üç beş şirkette birden arama başlatılıyor? Diyelim ki mektup gelmiştir, her aklına gelen böyle bir mektup yazabilecekken nasıl oluyor da “80 yıldır Türkiye’ye en ileri teknolojileri getiren, yüzbinlerce kişiye iş imkanı yaratan, öğrenci yurtları açan, burslar veren, ‘dünya çapında başarılı şirketler ve iş adamları’ listelerinde yer alan, vergilerini son kuruşuna kadar ödeyen ve bugüne kadar hiç akla gelmemiş bir gruba” tek mektupla denetim başlatılıyor ve trilyonlarca lira zarara uğratılıyor? Ülkenin güvenilir şirketlerine “aramalı vergi denetimi” başlatmak için gerekli şartlar oluşmuş mu, nedir bu “oluşan şartlar” mesela? Bu yapılanlara çocuklar bile inanmaz. Hele de yıllardır “Emniyet’e geldi” denilen uyduruk ihbarları, Haham’ın bile sonradan yalanladığı ifadelerle, sahte CD’lerle tutuklananları görmüş bir toplumda hiç inanmaz.
Ülkenin gururu olan şirketlerine ve gruplarına yapılanlara sanayi odaları, ticaret odaları susacak mı bilmiyoruz ama... Tarih bu büyük haksızlık ve hukuksuzlukların hesabını mutlaka soracaktır, mesele “hesap sormak” ise!
Sarıgül aday olacak mı olmayacak mı?
Şişli Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül de yerel seçimlerde “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı” konusunda Konsensus Araştırma Şirketi’ne bir anket yaptırmış. Bu ankette “CHP seçmeninin yüzde 76’sının” Mustafa Sarıgül’ün İstanbul Büyükşehir başkan adayı olmasını istediği ortaya çıkmış. (Aralıksız olarak anketlerle parti reklamı yapılmasına karşıyım ama bu adaylıklar konusu farklı..) Sarıgül yapılan birçok ankette uzun zamandır ilk sırada yer alıyor, bu nedenle de aynı soru gündeme geliyor.
Madem ki Sarıgül’ün adaylığı CHP seçmenİ tarafından bu kadar istenmektedir, bu adaylık neden parti tarafından resmen açıklanmıyor? Acaba Sarıgül İstanbul’a başkan adayı olmayı istiyor mu yoksa çeşitli çevrelerde dillendirilen “başka planları” mı var? Bunlar hep anlaşılmayanlar, soru işaretleri olarak durmakta..
Öte yanda değerli meslektaşım Can Ataklı’nın adının “aday olması için talep olduğunu ve bunu düşündüğünü” söylemesinden kısa süre sonra bu araştırmada “yüzde 3.3” ile Gürsel Tekin’den önce (Tekin % 2.5) gelmesi belki kendisi için değil ama- sürpriz bir sonuç.. Demek ki “belediye başkanlığında başarılı olacağına inanan” bir kitleye sahip ki bu sonuçlar “dürüstlüğüne inanmak”la da ilgilidir tabii. Bakalım onun için nasıl bir gelişme olacak? Ana Muhalefet Partisi artık zaman kaybetmeden adayını açıklamalıdır, daha ne bekliyorlar anlaşılır gibi değil!