Kendi insanımızdan daha mı önemliler?
.
Artık “2 aylık bebeğini bile evde bırakıp 9 gün bayram ziyaretine giden ana” örneği de görüldükten sonra geriye ne kalır ki? Bir öğretmen, üstelik kadın, gayri meşru ilişkiye girmeyi biliyor ama o ilişkiden hamile kalıp doğurunca böyle görülmemiş bir kalpsizlik yapıyor. Hem de bebeğin babasının bu doğumdan haberi bile olmadan.. Belki de alırdı bebeği, kurtarırdı.. Bu ülkede daha ne vahşetler görülecek acaba, insanın yüreği dayanmıyor.
Dün Milliyet’in ilk sayfasında haberdi. Van’da 2 yıl önceki depremde zarar görenler kalıcı konuta yerleştirilmiş ama 160 aile “daha önce de evleri olmadığı için” konteynırlarda yaşıyormuş. Elektrikleri kesilmiş, soğuk ve karanlıkta küçük çocuklarıyla yaşamaya çalıştıkları yeri bile terk etmeleri isteniyormuş.
O yavruların kir-pis içindeki görüntüleri dayanılacak gibi değil.
Gel de söyleme!
“Esine ve Halime Kaçmaz iki genç kadın. ‘İş bulsak gideriz ama bakımlı, temiz olamıyoruz. Kontynırlı diye işe almıyorlar’ diye sitem ediyor” demiş haberde.. Bunları okuyunca hemen aklınıza gelen ne? Suriye iç savaşında öne atılıp müdahil olmamız ve sınırları açarak 600 bin Suriyeliyi almamız.. Onlar için milletin-devletin parasından “4 milyar TL” harcanması değil mi?
Onlara her tür yardım, bedava ve sınavsız üniversite, yiyecek, giyecek, yatacak kamplar bulunuyor ama 7.2 şiddetindeki Van depremini yaşamış evsiz insanlarımıza, çocuklarımıza bulunmuyor. Perişan şartlarda yaşayan anneleri iş de bulamadığı için açlık sınırında bekleşiyorlar. O 4 milyar TL. önce kendi çocuklarımıza, kendi işsizlerimize, yoksullarımıza ve elbette depremzedelerimize harcanmalıydı.
Evet bu ülkede olmaması gereken, akla hayale gelmedik her olaya şahit oluyoruz ama her şeye mi susacağız, Hükümet ve Van Valisi en kısa zamanda, kış iyice bastırmadan bu sorunu çözmelidir!
İzlenmeme rekoru!
Dün internet sitelerinde haberi gören başarılı ve lakin “başardıkça programı acımasızca kesilen” tüm televizyoncular sanıyorum acı acı gülümsemekten kendilerini alamamışlardır. Kısa sürede bir TV kanalında parlatılan bir gazeteciye “reklamın ve desteğin alasıyla” yaptırılan program neredeyse “sıfır reytingle” izlenmeme konusunda bir rekor kırmış.
“İzlenme rekoru kıran”, bulunduğu kanala reklam yağdıran program ve programcılar için siyasi baskılara boyun eğen, onlara en azından “baskıya fırsat vermeyecek başka imkanlar bile aramayan” kanallar bu durumları da bozulmadan kabul etmek zorundadırlar sanıyorum. Ekranda izleyicinin sevgisini, takdirini kazanmak öyle dışarıdan parlatmayla filan olmaz, bunun için önce “sempati, içtenlik, yetenek, izleyiciye güven duygusu verebilmek yani doğru bakan yürekler-gözler” gereklidir.
O da Allah vergisidir işte, herkeste bulunmuyor. Devam etsinler yüksek reytingli başarılı gazetecileri “eleştiri yapıyor, aman birilerini kızdırmayalım” diye bekletmeye.. “Zorla güzellik” çabaları tutarsa!
Kitap tarihinde hata!
Dün Ertuğrul Akbay ’ın kitabının yeni baskısı için tarihi “24 Eylül” olarak yazmışım.. Tabii ki “24 Ekim” yani olacaktı, düzeltiyorum. Bulamayanlar sanıyorum bugünden itibaren sordukları takdirde bulacaklar.
Saygısız ve özenti!
Bir sitede sabahın 2’sinde “arabasının motorunu gazlayarak, egzozunu patlatarak insanları rahatsız edenler”e bu başlıktan daha çok yakışacak bir tanım bulamadım.. Üstelik bunu sık sık yapmaktalar.
Eğer alkol sınırını filan aşıp delirmemişlerse ancak gösteriş kompleksi, parayla şımarmış olmak ve saygısızlık neden olabilir. Bunca aptal özelliği kendilerine layık görene ne denebilir ki?