Kamer Genç kınanmalı ama..
.
Kamer Genç, Kadın ve Aile Bakanı Fatma Şahin’in “Çanakkale Savaşı ve şehitler” için hazırlattığı konuşmada “Atatürk” adı hiç geçmediği için yaptığı konuşma nedeniyle TBMM’den kınama aldı biliyorsunuz. “Atatürk olmasaydı o makamda oturabilir miydiniz? Otursanız da hangi tarikat mensubunun bilmem kaçıncı karısı olurdunuz. Atatürk’ün getirdiği nimetleri inkar etmeyin” sözleri nedeniyle Bakan Şahin “Bir bakan olarak değil, bir kadın, anne olarak bunu üslupsuzluk, hadsizlik olarak değerlendiriyorum. Sizinle aynı çatı altında olmaktan utanç duyuyorum” demiş. Kamer Genç’in çoğu konuşmasında bir milletvekili için “sınır tanımaz, eleştirilebilir” bir üslubu olduğu zaten biliniyor. Ama Meclis’te “sınır tanımaz üslup” sahibi olanın yalnızca Kamer Genç olmadığı da..
Bakana karşı olmaz..
Öfkeye yenik düşmeden bakacak olursak “Atatürk olmasaydı şimdi kimbilir hangi Batılı’nın çizmelerini parlatıyor olurduk” veya “kimbilir kimin 4 karısından biri olurduk” sözleri bundan önce de defalarca kullanılmıştır. Meclis çatısı altında ve bir bakana karşı kullanılması yanlıştır, asıl mesele burada..
Zaten kınama cezasını da oturumu yöneten MHP’li kadın Başkanvekili Güldal Mumcu teklif etmiş. Bununla birlikte ben bu sözün “bir kadın, bir anne olarak” değerlendirilmesinin, Genç’in bir kadın milletvekili tarafından lanetlenmesinin, 100 bin TL’lik dava açılmasının da “olayı fazla büyüterek değerlendirme” olduğunu düşünüyorum.
Milletvekilinin organı!
Eğer değilse gerçekten de Bülent Arınç’ın Milletvekili Aylin Nazlıaka’ya “kürtaj tartışması” sırasında Nazlıaka’nın “vajina bekçiliği yapmayın” sözlerine karşılık; “Kendi organınızdan söz etmenizden utandım. 2 çocuk annesi nasıl olur da kendi organından söz eder” demesi, toplum içinde kullanılan sözlerle değil, hiç duyulmamış şekilde direkt olarak “Nazlıaka’nın şahsını” küçük düşürmesi de kınama almalı, tüm milletvekilleri tarafından kınanmalı, 100 bin TL’lik cezayı hak etmeliydi.
Güldal Mumcu’ya kızmak için soyunma odasını basması da.. Kamer Genç’in üslubu elbette yanlış ve çoğu kez tahammül edilmeyecek kadar ağır ama “etiği, hukuku şahıslara göre değerlendirmek”, benzerlerini yok saymak da çok yanlıştır ve bu giderek alışkanlık haline geliyor.
Deyyus değil Dreyfus!!
O kadar “trajikomik” bir üslupla yazılmış, gerçekten yaşanan velakin her biri bir güldürü sahnesinden farksız olaylar öyle muhteşem espriler haline getirilmiş ki okurken gözlerimden yaş gelene kadar gülüyor, sonra bir anda kendimi ağlarken buluyorum.. Allah sizi inandırsın Mustafa Balbay’ın “Yargıtatör” kitabını okurken durumum aynen budur.
Şimdilerde Kanada’da olan haham Tuncay Güney ’in iddialarıyla başlayan, yıllar sonra aynı adamın “Ergenekon bir oyundu, bitti. Devlet bana işkenceyle yalan söyletti. Hapiste olanların serbest bırakılması gerekir” dediği dava nedeniyle Balbay 4 yıldan uzun zamandır (dile kolay, çocukları büyüdü o zaman içinde) Silivri’de hapis..
Hukuksuzluk uçurumu
Bu süre içinde 6 kitap yazdı, tiyatroya uygulanabilecek şekilde yazılmış olan “Yargıtatör” sonuncusu ve duyduğuma göre çok yakında onu bir oyun olarak izleyeceğiz. Önsözde “oyunda yer alan her sahnenin, onlarca benzerinden harmanlanarak kaleme alındığını..Gerek kendisinin doğrudan tanık olduğu Ergenekon davasında, gerekse Balyoz, Odatv, KCK başta olmak üzere benzer kurguya sahip diğer davalarda yaşananlardan, gerçek olaylardan esinlenerek yazıldığını” anlatmış.
Sonsözde ise “4 yılda yaklaşık 2700 saat hakim karşısında” kaldığını, buna rağmen hala kendisine yöneltilen suçlamaların delillerinin net şekilde gösterilmediğini ..Bu kitabı yazarken Marco Polo ’nun “gördüklerimin tümünü yazmadım, zira inanmayabilirlerdi” sözünü hatırladığını..
“Bir uçuruma yuvarlandığınızda asıl olan uçurumun derinliği değil” diyor Balbay, “sizi kurtarmaya gelenlerin uzattığı ipin uzunluğudur. Bu oyun, Türkiye’nin düştüğü hukuksuzluk uçurumundan bir haykırıştır”..
Ağza alınmayacak ifade!
Bakın şimdi, sayfa 97’de mahkemeden konuşmalar..
Sanık A- (...) Böylesi davalar geçmişte Avrupa’da da olmuştur. Sanıkların hukuk mücadelesi efsaneleşmiştir. O ülkelerin hatta tüm uygar dünyanın hukuk birikimine katkı sağlamıştır. Örneğin Fransa ’da devlete ait belgeleri çalmakla suçlanan Dreyfus uzun yıllar mağdur olmuş, tutuklanmış (...)
Savcı- İtiraz ediyorum.
Başkan- İtirazınız kabul edildi. Buyrun.
Savcı- Sayın başkan, sanık ağza alınmayacak, alınmaması gereken bir ifade kullandı.
Sanık A- Benim ağza alınmayacak bir ifadem olmadı.
Savcı- Kullandı, onu geri alsın.
Sanık A-Benim böyle bir sözüm yok. Sayın Savcı açıklasın.
Başkan- Nedir o söz?
Savcı- Sayın başkan, Sanık A, deyyus davası dedi...
Sanık A- Sayın başkan ben deyyus değil, Dreyfus dedim...
Savcı- Ben itirazımda israrlıyım sayın başkan(...)
Sanık A- Sayın başkan, bu davaya asrın davası dendi. Gerçekten öyle. Değil 20. , 21. asırda daha önceki asırlarda bile böyle dava açılmamıştır(...) İşte Sokrates ’in davası. Aradan 25 asır geçti. Sokrates’i yargılayan hakimler dönemin iktidarının bir aracı olarak anılıyor ama, Sokrates düşüncelerini ifade etme, ödün vermeme mücadelesini kazanan bir filozof olarak anılıyor. Yargıçlar Sokrates’in ölümüne karar verdiler ve bunu uyguladılar. Bugün yaşayan kim? Yargıçların ruhu mu, Sokrates’in ruhu mu ?”
Muhteşem değil mi? Keşke çok daha fazla alıntı yapıp sizinle paylaşabilseydim. Yargıtatör’ü mutlaka okumalısınız!