İki ananın feryadı!
.
O kadar çok yazacak önemli olay var ki gönlümden kocaman sayfalar geçiyor, bitmek bilmeyen.. Ama öyle bir imkan yok ne yazık ki, kısaltarak yazmaya başlayalım. İki annenin farklı acılar, farklı duygular içinde ve farklı şartlar altında söylediği sözleri alacağım bugün önce, iki “dürüst ve gerçek kadın”ın..
Birincisi karşılaştığı olay sonrasında “yüreğim şimdi daha çok yandı” diyen şehit anası.. Oğlu Teğmen Cengiz Evranos Mardin’de PKK çatışmasında şehit düşmüş. Balıkesir’de “akil insanlar” toplantısını dinlemeye gitmiş, içeri alınmamış. Kapıda halkın yaptığı protesto eyleminin içinde kalmış ve birçok şehirde olduğu gibi üzerlerine yine biber gazı bombaları atılmış. Fotoğrafta ağlıyordu şehit anası Fikriye Evranos ..
‘Çocuğum için adalet’!
“O gün eyleme değil, akil insanları dinlemeye gitmiştim. Vatanın bölünmez bütünlüğü, bayrağımızın özgürce dalgalanması için aslan gibi oğlumu toprağa verdim fakat o salona layık görülmedim.. Bize de bir masa ayırabilirlerdi... Bu da yetmiyormuş gibi biber gazı altında kaldım, bizi yerlerde süründürdüler. O gün yüzüm yandı, gözüm yandı ama yüreğim daha da çok yandı.”
Devam ediyor: “Biz de barış istiyoruz ama çocuklarımız için adalet de istiyoruz. Çocuklarımıza kurşun sıkanlar ellerini kollarını sallayarak sınır dışına çıkacak, PKK’ya kurşun sıkan kahraman Türk ordusu bir bir Hasdal’a, Hadımköy’e tıkılacak. Olacak şey mi bu?”
‘Düşmanlık yok ki barış olsun’
“Ben çocuğumu şehit verdiğimde ‘vatan sağolsun’ dedim ama vatanımı kaybettiğimde hiçbir şeyim kalmayacağı için şimdi mücadelenin en ağırını vereceğim... Ben Doğulu’yum, bana göre Doğulu, Batılı yoktur. Kimsenin kimseyle ‘düşmanlığı’ yok ki ‘barışa’ oturuyoruz. Bizim tek düşmanımız PKK’dır.”
Bu yüreği yanık ana “terör”ün “savaş” olarak, “terörü bitirme süreci”nin “barış” olarak anılmasındaki yanlışı ve daha birçok haksızlığı, hatayı anlatıyor.
PKK-Kürt ayırımı!
İkinci anne PKK yöneticilerinden Cemil Bayık’ın annesi Reyhan Bayık.. Amcası “Biz onu adam olsun diye okuttuk, onu Allah islah etsin” derken anne “Yeter artık askerimiz ölmesin, çile çekmesin, rahat etsin istiyoruz... Akan kan dursun, kötülük olmasın istiyoruz.. Terör bitsin ama oğlum gelse onu kabul etmem. Bu kadar çile çektikten sonra onu ne bağrıma basacağım. Ona mesajım da yok” demiş..
PKK ile “Kürt vatandaşlar”ın birbirine karıştırılmasının, özdeşleştirilmesinin, PKK’yı “Kürtlerin sözcüsü-temsilcisi” gibi göstermenin yanlışlığını bir “PKK liderinin annesi” ancak bu kadar güzel anlatabilirdi.. Hemen PKK’yı “kardeş” yapıp helalleşmekten söz edenler, TV’lerde-gazetelerde “35-40 bin kişinin ölümünden sorumlu” örgütü Kürtlerin temsilcisi yapanlar, PKK’lı ailerinin bile terörü “Kürt sorunu” olarak görmediğini, kendi oğluna karşı “askerleri” savunduğunu görünce bir özeleştiri yaparlar mı acaba? Akla karayı karıştıran siyasetçilere, gazetecilere, akademisyenlere iki önemli ders bunlar.. Alabilen yürekli insanlara tabii!
‘Hukuk devleti’ kalksın o zaman!
Dün yazmış olacaktım ama tatil günüm olduğu için bugüne kaldı.. Deniz Kurmay Albay Koray Eryaşa Balyoz Davası’da 16 yıl hapis cezasına çarptırılmış. “Çarpma” uygun sözcük çünkü cin çarpmasından farkı yok. “Hukuka aykırı” bulunarak kaldırılan ama ne hikmetse Balyoz, Ergenekon ve benzeri siyasi davalara bakmaya devam eden özel yetkili mahkemeler “bilirkişi raporlarını ve çürütülen suçlamaları” hiç dikkate almadan kararları veriyorlar.
Bir yalan, bin yalan
Koray Eryaşa’nın ceza sebebi “komutanı olduğu TCG Kılıç Hücumbotu ile 5-7 Kasım 2002 tarihleri arasında İmralı’ya ön keşif yaptırmış olması”.. Ön keşif de “iddiaya göre” planlanan darbede tutuklanacak kimselerin Yassıada ve İmralı’ya sevki için çalışma kapsamında yapılmış. Eryaşa mahkemeye o tarihte geminin Çanakkale’de olduğunu bildirmiş ama “sahte CD’lerle ilgili bilirkişi raporlarını” dinlemeyen mahkeme sanık itirazı dinler mi, dinlememiş tabii. CHP de “geminin o tarihlerde nerede olduğunu” Milli Savunma Bakanı’na soru önergesiyle sormuş.
Bu zulüm bitmeli!
Bakan İsmet Yılmaz buna karşılık “TCG Kılıç Hücumbotu’nun o tarihlerde Çanakkale Nara’da liman ziyaretinde bulunduğu tespit edilmiştir” açıklamasını yaptı. Bu ne demektir? Özel yetkili mahkeme önyargı ile, “uzun mahkumiyetler verme” kararına baştan sahip olarak, araştırmadan, sanık itirazlarını da dikkate almadan, “gerçekle ilgisi olmayan” iddilalarla bu ağır cezaları vermiştir. Yani, bu skandalın benzeri diğer bütün sanıklar için de geçerlidir.
Microsoft firmasının yaptığı “Balyoz metnindeki font 2007’den sonra piyasaya sürüldü, daha önce kullanılmış olması imkansızdır” açıklaması bile tek başına tüm sanıkların serbest bırakılmasına yeterdi aslında.. Aynen Ergenekon Davası’nı başlatan haham Tuncay Güney ’in “Ergenekon bir oyundu bitti, devlet bana baskıyla bunları söyletti, vicdan azabı çekiyorum” açıklamasıyla o davanın düşmesi gerektiği (ama her nedense duymazdan gelindiği) gibi..
27 Mayıs, 12 Eylül darbeleri, 27 Nisan muhtırası mahkum edilmezken, tam bir yıldır Sincan Cezaevi’nde “sadece iddianame bekleyerek hapsedilmiş olan” 28 Şubat tutuklularına yapılan zulmün bitmesi gerektiği gibi.. Eğer Türkiye’de yargı, adalet sistemi bu haksızlık ve hukuksuzluklarla yürütülecekse Anayasa’dan “Türkiye demokratik bir hukuk devletidir” tanımını derhal çıkarsınlar, inanan kalmadı çünkü!