Hüseyin Aygün olayı göründüğü gibi midir?
.
Çarşamba sabahından itibaren karşılaştığım herkes PKK tarafından kaçırılan CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’ün serbest bırakıldıktan sonra yaptığı konuşmayı ve özellikle teröristlerden; “6-7 kişilik genç” veya “bu eylemi yapan genç arkadaşlar”, “onlar bu ülkenin çocukları” diye söz etmesini konuşuyor, okurlarım da aynı noktalardan rahatsız olduklarını belirtiyorlar.. Ben “ölüm tehlikesiyle karşılaşmış görünen biri”nin söylediklerine alışkanlık olarak fazla eleştirel bakmam, o nedenle ilk anda dikkat etmedim açıkçası ama biraz düşününce tepkileri ve sonra da MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural’ın vurgularını pek de haksız bulmadım..
Ayrıca “MHP böyle demiş, Şamil Tayyar şöyle demiş, “CHP’deki ulusalcılar tepki göstermiş”, “aman da ne ayıp ne ayıp” türü manşetler de beni hiç ilgilendirmez. Kendi sağduyum, görüşüm neyse odur, öylece yazarım.
KURGU, YAPAY GÜNDEM VS..
Bir de şu var tabii, son zamanlarda toplumsal bir paranoya yaratmaya yetecek kadar “göründüğünden farklı” gelişmeyle karşılaşmaktayız.. Bazı siyasi açıklamalar örneğin “gerçeğin tam aksi”ne inandırmak üzere yapılıyor ve tekrarlanıp duruyor. Bazı olay ve konuşmalar “yapay gündem” yaratıp dikkatleri başka noktaya kaydırmak üzere “kurgu”lanıyor. Bazıları “danışıklı dövüş” olarak ya da “danışıklı dövüş olmasına rağmen öyle değilmiş gibi” gösterilerek, bazıları ise “zaten olacak gelişmelere toplumu hazırlamak üzere”, mesela “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” gibi filan.. Sonuçta her halükarda “izleyenler” aptal yerine konmuş, sanal bir alemde yaşatılmış oluyor o başka.. Bu nedenle Aygün olayının arkasında da “partisinden bağımsız yapılan velakin partisini ister istemez okka altına gönderecek” şeyler aramak ya da “detayları incelemek” eleştirilemez. Eleştirilse de kendi bilecekleri iş..
ÇELİŞKİLER..
Öncelikle; Aygün’ün “CHP’yi bırakmamı ve bağımsız siyaset yapmamı istediler” sözü iktidar partisinin devamlı olarak “PKK’yı son derece alakasız şekilde CHP’ye yakın gösterme çabası”nı çürütüyor.. Ama arkasından gelen “Benden parlamentoda Kürt sorununun çözülmesi konusunda daha fazla rol üstlenmem için ‘ricacı’ oldular. CHP’nin izlediği politikaları beğendiklerini, Kürt sorununun çözümünde olumlu olduğunu ama bütün partilerin daha çok çaba harcaması gerektiğini söylediler” cümleleri ilk cümleyle tamamen çelişki içinde.. Asker olsun, dağdaki olsun ölen bütün çocukların, bu ülkenin çocukları olduğunu ve bu savaşı başta kendilerinin anlamsız bulduğunu söylediler. Çatışma ortamına son verilmesi için emek sarf etmemi istediler. Bu eylem aracılığıyla Türk kamuoyuna barış ve ateşkes mesajı vermek istediklerini söylediler” cümleleri ise ayrı bir olay..
CHP’nin bu konuda bir politikası duyulmadı, hatta Başbakan Erdoğan “Teröre çözümü birlikte konuşalım, önerileri getirin doğru bulursak biz de destekleriz” diyen Kemal Kılıçdaroğlu için defalarca “görüşme istediler, görüştük, bir öneri getirmediler” dedi. Bu durumda PKK hangi “politika”yı beğenmiş ve olumlu bulmuş oluyor? “Bütün partilerin daha çok çaba harcaması” derken AKP’nin tek başına başlattığı “açılım”ı, görevlendirdiği MİT’in Oslo’da PKK ile görüşmelerini, bu nedenle ve herhalde “yeni anayasa için verilen sözlerle” referandumdan önce PKK’nın “eylemsizlik” başlatıp seçim sonrasına kadar devam ettirdiğini nereye koymuş oluyor?
Demek istediğim şu ki PKK birinin politikalarını beğenecekse daha çok AKP’nin politikalarını beğenmesi beklenirdi, zira tüm kontrol onların elindeydi..
TESADÜF MÜ, HİLE Mİ?
Tesadüfe bakın ki Hüseyin Aygün’ün “Bu kaçırma eylemini yapan genç arkadaşlar bu ülkenin çocukları” sözüyle, yine kendisinin “Beni kaçıranlar ‘asker olsun, dağdaki olsun ölen bütün çocukların bu ülkenin çocukları olduğunu’ söylediler” sözü birbirinin tıpatıp aynı.. Aygün iki gün içinde birebir onların ağzına mı sahip oldu ya da ‘baştan beri zaten görüşleri bu kadar, ancak bir BDP’lide görülecek kadar mı örtüşüyordu, yoksa gerçekten garip bir tesadüf ya da hile mi var ortada? Zira bu sözler bal gibi (zaten şimdiye kadar partisiyle PKK bağlantısı kurmak için gayret göstermiş olan) rakip siyasetçiler, rakip parti tarafından kullanılacaktır. Seçimde bile mutlaka kullanacaklardır. Bunu bilmez mi Aygün?
Yetmiyor, arkadan (Oktay Vural’ın “Dersim değil, Tunceli” dediği) Dersim vurgusu geliyor. “Yeni CHP’nin Dersim Milletvekili olmaktan gurur duyması”.. Bunun milliyetçilikle filan alakası yok ama Neden Tunceli değil de Dersim, böyle deyince PKK’nın hoşuna mı gidiyor, ondan mı? Sonra madem ki bu PKK “çatışmayı anlamsız buluyor, Kürt sorununun çözümü için Meclis’te 4 partinin ‘medeni’şekilde bir araya gelmesini istiyor, barış ve ateşkes mesajı veriyor” da kesintisiz olarak yollara mayın döşemeleri, karakollara saldırmaları , yollardan geçen askeri araçları bombalayıp insanları öldürürken bir de seyretmeleri, bunlar nedir?
AYGÜN ‘KÜRT SORUNU’NU AÇIKLASIN
Ya PKK lideri Karayılan’ın “Şemdinli yolları bizim kontrolümüzde, dediklerimiz yapılmazsa terörü Kuzey Kürdistan’ın (Güneydoğu için diyor) şehirlerine, metropollere yayarız” tehditleri, çizdikleri haritalar ne? Yani Hüseyin Aygün’ün hala, hele de Suriye’nin kuzeyi PKK’nın (ve Barzani’nin) eline geçtikten sonra değişen durumda “Kürt sorunu” dediği nedir, o sorunun çözülmesi için şartları neymiş ülkenin “devamlı şehit vermemize sebep olan ve asla silah bırakmayacaklarını her fırsatta söyleyen” çocukları bunu açıklamamışlar mı? Aygün’ün kendisi bilmiyor mu?
“Barış istemek” tabii ki güzel bir şey de “neyin savaşı” bu, onu kim söyleyecek? Hüseyin Aygün’ün ve şimdi tam bir kara mizah örneği olarak PKK’nın söz ettiği “barış ve ateşkes”in karşılığı ne, Türkiye terörden kurtulmak için hangi bedele zorlanıyor?
Artık hiçbir duyduğuma inanmıyorum ben, inanlar varsa kutlarım hepsini!
‘Özel yetkili’ kabusu! (devam)
1 Ağustos’ta Cumhuriyet’te Hikmet Çetinkaya sütununu Soner Yalçın’ın “İddianamede silah yok, bomba yok, cinayet yok, eylem yok. Mahkemede hakimler bana sadece ‘o haberi nasıl yaptınız’ veya ‘o röportajı niye yayımladınız’ sorusunu yöneltti” dediği ve meslektaşlarına yazdığı mektuba ayırmıştı.. Şöyle devam ediyordu mektup: “İşte suçum bu... Soru sormak, gerçeği aramak, hakikati yazmak. Yani mesleğimi yapmak(...) Sevgili dostlar, evet siz benim ‘suç’ ortağım sınız! Sizi harekete geçmeye çağırıyorum. Yalnız olmadığımı gösterin. Sessizliğe mahkum edilişime son verin. Sesim olun, kalemim olun. Yıkın yalanlarla örtülü şu zindanın dört duvarını. Yoksa... Ben yine; toprağa, çiçeğe, ağaca ve en dayanılmazı 12 yaşındaki oğlumun kokusuna hasret; insani niteliklerimi kaybetmem için yoğun tecrit uygulanan cezaevindeki koğuşumda kendimle konuşmaya devam edeceğim: Kimse var mı orada? ..”
Ve mektup şu cümleyle başlamış: “Günde 17 saat su verilmeyen, 24 saat aydınlanma lambalarının açık olduğu ve her anımın 2 kamerayla izlendiği cezaevindeki koğuşumda bazen kendimi bu sözü söylerken yakalıyorum: Kimse var mı orada?”
SIRADIŞI OLAN CEZALANACAK !
Onu şahsen tanımıyorum, hiç tanışmadık ama yazılarından ve kitaplarından elbette iyi tanıyorum.. 2 yıl önce tutuklandığında Hürriyet gazetesinde olağanüstü güzellikte yazılar yazmaktaydı ve ben bu yazılardan köşeme ve TV programıma defalarca alıntı yaptım.. Soner Yalçın’ın (bazı yazı veya kitaplarını eleştirebilir, hatta kızabilirsiniz ama) mesleki yeteneği ve birikimi bence tartışılamaz, zira bunları tartışmak için “daha iyisi” olmak gerekir ki biraz zor..
Peki bir devlet “normal şartlar ve normal bir yargı olsa” böyle sıra dışı insanlarını (ki örneğin Mehmet Haberal gibi dünya çapında bir profesör, Fazıl Say gibi dünya çapında bir sanatçı da nasibini aldı) özellikle başarısına pişman etmek ister gibi cezalandırır mı?
Soner Yalçın’ın Ergenekon adlı gizli örgütün üyesi olduğuna delil olarak “sahibi olduğu odatv.com bilgisayarında devlet güvenliğini ilgilendiren Word dosyalarının bulunması” gösterilmiş.
Bunların “odatv’ye ait olmadığı, bir virüsle gönderilmiş olduğu” ise bilirkişi raporlarıyla ispat edilmiş. Ve aynen “askerlerle ilgili Balyoz davasında olduğu gibi” bu raporlar göz ardı edilerek her duruşmada “TUTUKLULUĞUN DEVAMINA” karar veriyor hakimler, işkence sözüm ona yasak ama bu işkence serbest.. Bilirkişi raporları yok sayılacaksa neden isteniyor, kafadan mahkum edin gitsin..“Masumiyet Karinesi” tersyüz edildi ya, artık “iddia eden ispatla mükellef” değil (her ne kadar Başbakan bunu tekrarlasa da), tam tersi ve üstelik ispatlasan da dinleyen yok. (Devam edecek)