Hükümet istese program yapardı!
.
Levent Kırca son olarak geçtiğimiz hafta Fatih Altaylı’nın programında onunla sürdürdüğü garip çekişmeyle gündeme oturdu.. Beyaz TV’de örneğin her akşam birileri başka birilerine ağzına geleni söylüyor ve kimse de rahatsız olmuyor ama nedense Levent Kırca’nın her cümlesi olay oluyor.
Neyse, o da zaten bu durumdan memnun görünerek devamlı yeni konular, yeni sebepler yarattığına göre mesele yok, kendisini ilgilendirir, böyle sürüp gidecek demek ki.. Perşembe günü yine (her konuşmada yazmayı ihmal etmeyen) aynı meslektaşımız Levent Kırca ile ilgili bir yazı daha yazmış, ona olan tüm öfkesini ortaya koymuştu. Bu da sürüp gittiğine göre “yazan kişiyi” ilgilendirir ama o yazıda dikkat çeken ama öylesine geçiştirilmiş önemli bir nokta vardı..
HER HÜKÜMETE MUHALİF!
Diyordu ki; “Eğer Fox adlı kanalda hükümete yolladığı ‘mavi boncuklar’ hükümet tarafından kabul görseydi, bugün program yapmaya devam edecek ve İşçi Partisi rozetini de asla yakasına takmayacaktı.”
Sonra diyordu ki; “Fakat ‘süper tahammülsüz’ hükümet, onun gibi miadı dolmuş birine dahi tahammül edememiştir.. O da mecburiyetten muhalif olmuştur.” Şimdi, diğer herşeyi bırakalım, bugün kızıyor olabilirsiniz ama “ne demiş, ne yapmış olursa olsun” kimseye ve yıllarca ilgiyle izlenmiş bir tiyatro sanatçısına haksızlık yapmamak gerekir. Levent Kırca her dönemde, her hükümete muhalif olmuş, tüm liderleri (hatta eşlerini de katarak) en komik şekilde taklit etmiş, her dönemdeki saçmalıkları, yanlışları skeçlerle göstermiş ve aslında verdiği her mesajı “sanatın, sanatçılığın gereği” olarak görmüştür.
Bunu not edelim.. Sonra bu meslektaşımız “hükümetin (kendisine göre miadı dolmuş) sanatçıya bu kadar tahammülsüz olmasına” pek az değinerek onunla ilgili olumsuz yorumlarını maddeler halinde sıralamaya devam etmiş.
DEMOKRASİ DEĞİL!
Oysa bu noktanın üstünde (Levent Kırca kadar olmasa da) daha fazla durabilir, hükümetin sadece sanatçılara değil, aynı şekilde her hükümet döneminde gündemi tarafsız yorumlayan ve gerekli eleştirileri yapan medyanın bugün görevini bu şekilde sürdürmesine de, hatta “gerçeklerin bilimsel açıdan çekinmeden yorumlanmasına” da, üçüncü erk yargıya da tahammülsüz olduğunu, buna ise “demokrasi” değil, “otokrasi” denebileceğini yazabilirdi mesela..
Bu nedenle ekranlarda sadece “iktidarın her icraatını öven bir iki isim” kaldığını, üniversitelerde öğretim üyesi olan değerli siyaset bilimcilerin, sosyologların TV’lerde olayları yorumlamaktan kaçındığını ve zaten artık hiçbir kanalın böyle tarafsız yorumları istemediğini yazabilirdi.
MAVİ BONCUK FELAKETİ
“Eğer mavi boncuklar hükümet tarafından kabul görseydi, program yapmaya devam ediyor olacaktı” cümlesinin demokrasi adına başlı başına bir felaket olduğunu, bir hükümetin demokratik ülkelerde asla TV kanalları, hem de tüm TV kanalları ve gazeteler üzerinde böyle bir baskı kuramayacağını, halkın haber alma özgürlüğüne ve ekran tercihlerine siyasi ipotek konamayacağını okuyucusuna anlatabilirdi. Ama tam ifadeyle, açık ve net anlatamayışının sebebi de yine o “mavi boncuklu cümle”dir.
Yani, anlatırsan senin program da gider azizim, nokta son!
BÜYÜK HATA NEYDİ?
Bu arada, “Levent Kırca’nın artık yeteri kadar izlenmediğinin, miadını doldurduğunun” gazete ve TV’lerden iddia edilmesi konusunda kişisel düşüncem şöyledir; Levent Kırca’nın yaptığı en büyük hata eski eşi Oya Başar’la ayrılırken yıllar süren ekran birlikteliklerini bozması oldu. Bunu arkadaşım Oya Başar’a da söylemiştim, evlilikleri bitse de profesyonel sanat beraberlikleri sürmeliydi.
Kırca “yalnız başına da aynı başarıyı sağlayacağını” düşündü, başarısında Oya Başar’ın büyük rolünü fark edemedi ve o parlak günleri bir daha yakalayamadı. Bence bugün bile bir TV kanalı ikisini bir araya getirip aynı programı başlatsa ve eski günlerindeki “daha özgür ve baskıdan uzak” ortam mevcut olsa, eleştirilerini-taklitlerini aynen yapabilseler, bunları söyleyenleri yine mahcup edebilirlerdi. Ama her iki tarafın yanaşmayacağını ve zaten o ortama izin verilmeyeceğini biliyorum.
Bir de.. Kırca her konuştuğunda onun sanatçı kimliğine verip veriştiriliyor ama artık “İşçi Partili siyasetçi” kimliğiyle konuşmuyor mu?
Fatih Belediyesi hayvanları korumalı!
Fatih’te oturan tanıdıklarım devamlı olarak ““Fatih Camii civarındaki çok sayıda kedinin” hasta, aç ve çok bakımsız olduğunu, kimseciklerin onlarla ilgilenmediğini söyleyip duruyorlar.
Ben tek kişi olarak bile oturduğum sitede görüş mesafemdeki tüm hayvanları, eski sitemdeki ve sokakta gördüğüm tüm hayvanları beslemeye, hasta olanlara ilaç vermeye çalışıyorum. Bahçemde, evimde 25-30 kediye bakıyor, onlara sığınacakları köşeler yapıyor, annesini kaybetmiş bebek kedileri hemen alıyorum. Ne olacak ki, onlar da bir köşede yaşıyorlar, hayatları kurtuluyor.
İNSANLAR İSTESE...
Bu çok zor bir iş değil. Eğer herkes evindeki yemek artıklarını bir gazete üzerinde kedi ve köpeklere verse, onlara bir kutu, bir kulübe koyabilse çok sayıda hayvan perişanlıktan kurtulabilirdi. Gözü akan kediler genellikle grip oldukları için gözleri akıyor, onlara bir enjektörle (büyüklere 1 ml, küçüklere 0.5) Zitromax 5 gün verilse iyileşirler, bunu da, bakımlarını da belediyeler yapabilir.
Fatih Belediyesi de kolayca yapabilir, yakında sokak kedi ve köpekleri için çok şey yapan belediyeleri yazacağım. Onlar nasıl başarıyor? Sadece kendimizi düşünerek, belediyeler de sadece “oy getirecek konuları” düşünerek yaşayamayız.
DİNDAR TÜM CANLILARI KORUR!
Fatih “dindar insanların çoğunlukta olduğu” bir semt olarak bilinir. Onlara “Hz. Peygamber’in hayvanlara nasıl önem verdiğini, bir seferden dönerken bile önce atları elleriyle yıkayıp doyurduğunu, sonra kendisinin yemek yediğini” bir kez daha hatırlatmak gerekir mi?
Lütfen çaresiz sokak hayvanlarını koruyalım, lütfen!!