Hilmi Özkök’e sorular...
.
Bir süre önce “İki tümamiral”den mektup geldiğini belirterek bunlardan birini sizinle paylaşmıştım. İkinci mektup; Tümamiral Semih Çetin’den gelen ise Balyoz davası denilen dava ve Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman hakkında önemli bilgi ve sorular içeriyor.
Bana yazmasının asıl nedeninin medyadaki tartışmalarda “davayı tüm detaylarıyla inceleme fırsatı bulamamaktan doğan bazı hataları dile getirmek” olduğunu bildiren Semih Çetin “Bu çok önemli, çünkü hatalı değerlendirmeler işin aslını bildikleri halde ideolojik nedenlerle olayı saptıranların ekmeğine yağ sürüyor” demiş. Bakalım “Benim payıma da 18 yıl ceza düştü. Vatan sağ olsun. Yargılama süresince hukuku katleden bir mahkemenin adil bir karar vermesini bekleyecek kadar saf değilim. Bunca adaletsizlikten sonra Yargıtay sürecinden de bir beklentim yok” girişinden sonra neler anlatıyor.
BİNLERCE HATALI BELGELER
“Dava konusu planda yer alan ‘imzasız dijital belgelerin sahteliğini’ kanıtlayan 1600’den fazla maddi hata, yurt içi ve dışından alınmış 20’den fazla bilirkişi raporuna rağmen sanıklar cezalandırılmıştır.
“Şiddetle karşı çıkılacak bir söylem daha var. ‘Bu cezalar da ağır olmuş. Ayrıca herkese aynı ceza verilerek haksızlık yapılmış.’ Oysa sanıklar bir gün cezayı bile hak etmemişlerdir. Dünyanın bütün demokratik devletlerinde bu dava ilk sorgularla çöker, tüm sanıklar beraat eder, ayrıca mahkeme bu sahte belgeleri hazırlayanlar hakkında derhal adli işlem başlatırdı.”
“... Komplocular sahte belgeleri hazırlarken hiç özen göstermemiş, binlerce hata yapmış. Neden? Çünkü başarıdan eminler. Bu hukuk ayıbına ‘dur’ diyebilecek konumda olanların ihanetini öngörmüşler. İnsanın içini acıtan da bu..”
ONLARCA BİLİRKİŞİ RAPORU
“Yıllarca devlete hizmet etmiş insanlar ‘Balyoz belgeleri düzmece, başka kişilerce suç atmak maksadıyla hazırlanmış’ diye haykıracak, ulusal ve uluslar arası güvenilir kurum ve kuruluşlardan alınmış onlarca bilirkişi raporu bu tezi destekleyecek (...) ama bir gazetecinin iddiasıyla bunca askerini sanık yapan devlet bu iddiaları araştırmayacak. Olacak iş mi?”
“Kimse bu haksızlığa dur demedi. Tam tersine, mahkemeye iki gün kala “sanıklar hakkında daha önce tahliye kararı veren mahkeme başkanının değiştiğini” gördük.”
ÖZKÖK İSTESE KONUŞABİLİRDİ!
“Hilmi Özkök, suç unsuru olarak gösterilen ‘tüm dijital verilerin sahteliğini’ göz ardı ederek, sanki Balyoz davasında ‘kendisinin Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde, emrinde çalışan komutanlarla yaşadığı gerçek olaylar’ yargılanıyormuş kanısı uyandıracak açıklamalar yaparak kamuoyunu etkiledi.
Balyoz tertibinin medyadaki tetikçilerine bolca malzeme verdi. Tanıklık yapmak için mahkeme çağrısına gerek yoktu. Neden gelmedi? Cevap veremeyeceğini bildiği sorulara muhatap olmamak için mi?”
NEDEN GEREĞİNİ YAPMADI?
Mektup devam ediyor: “Örneğin ben kendisine şu soruyu sorardım; Emrinizdeki komutanların suç teşkil edecek bir faaliyetini tespit ettiyseniz, Genelkurmay Başkanı olarak neden gereğini yapmadınız? Aylardır susan Özkök, mahkeme kararı açıklandıktan sonra, sanki kendisine mahkemeyi aklama görevi verilmiş gibi birden ortaya çıktı. Yargılama sürecinde hukuku çiğneyen, tanıklarımızı dinlemeyen, lehimize bilirkişi raporlarını yok farz eden, raporları güvenilir bulmuyorsa ‘yeni bir bilirkişi’ tayin etmesine yönelik talepleri reddeden, verdiği kararla vicdanları yaralayan mahkemeyi ‘Adil yargılama yapılmadı diyemem, mahkeme titiz davrandı’ sözleriyle basında savunmaktan bile çekinmedi. Bu haksızlığın baş sorumlusu oldu.”
YA AYTAÇ YALMAN?
“Gelelim bu süreçte en az Özkök kadar, belki de daha fazla sorumluluğu bulunan Aytaç Yalman’a.. Hilmi Özkök, iddianamede ‘darbeyi önlediği’ öne sürülen, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın darbeyi önlemek bir yana, bir toplantıda ‘muhtıra’ konusunu gündeme getirdiğini iddia etti. Böyle bir ifade kullanmadığını söyleyen Yalman’ı ‘Bazı şeyler unutulmaz’ diyerek tekzip etti. Oysa bunları mahkemede söylemiş olsalardı, ben de iddia makamına şunu sorardım;
‘Sayın Savcı, iddianamede darbeyi önlediğini söylediğiniz kişi darbeyi önlemek bir yana gerçekte ‘muhtıra verilmesi’nden bahsetmiş. Bu iddianameyi şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?’
Belki de Yalman bu ifadesinden dolayı yargılanma endişesiyle, ‘mahkeme çağırmıyor’ bahanesine sığınıp ‘kendi rızasıyla tanıklık yapmaya’ gelmedi.”
MUHTIRA SERBEST Mİ?
Bu mektupta çelişkili mahkeme kararlarını ortaya koyan önemli bilgi ve sorular var. Örneğin; o dönemde henüz Harp Akademisi öğrencisi olan isimler tutuklanırken diğer tarafta “muhtıra isteyenler”e soru bile sorulmaması.. Bu muhtıra konusu karışık, konuşurken herkes “muhtıra”yı darbeden farksız bir suç gibi gösteriyor ama soruşturulmuyor. 27 Nisan muhtırası da aynen böyle..
Sonuç olarak Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman’ın tüm ifadelerinde (“darbeyi ben önledim” yarışı yaparlarken de) açık çelişkiler göze çarpıyor. Dijital verilerdeki çok sayıda hatayla ilgili bilirkişi raporlarının hiç göz önüne alınmaması da atlanacak gibi değil. Bu nedenle davanın kapatılması gerçekten ciddi bir hukuk hatası sayılır. Bakalım Yargıtay sürecinde neler olacak.
(NOT; Eğer bu davada gerçekten bu anlatılan hukuk hataları ve haksızlıklar yapıldıysa “Hayatının geri kalanını hapiste geçirmek zorunda kalacak insanlar”ın duygularını düşünün, bunu hak etmediği halde özgürlüğünü bir tek gün kaybetmek bile çekilemezken 18-20 yıl’ları düşünün. Bu durum “insanlık dışı” değil ise nedir?)
Güvenlik butonu meselesi!
Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Fatma Şahin tehdit altındaki kadınları şiddetten korumak için tehlike anında tek tuşa basarak “savcı-polis ve jandarma”ya aynı anda sinyal gönderilecek butonlu koruma sistemini Bursa’dan başlatmış.
Başlatırken “Şiddete karşı başımızı kuma gömmeyeceğiz, sıfır toleransla mücadeleye devam edeceğiz” dediği çok güzel bir konuşma da yapmış. Bu gibi adımlar ve Bakan’ın yaptığı bu tür net ve kararlı konuşmalar caydırıcılık açısından da, kadınların biraz olsun güvence altına alınması açısından da çok önemli. Ama tehdit altında olmadığı halde sapıkların, katillerin hedefi olan, aile içi tecavüz tehlikesi yaşayan kızları, kadınları, çocukları koruyacak önlemler de düşünülmeli.
Suçlara “affa uğramayacak ağır cezalar” da sağlanmalı. Bakan’dan bu adımları da en kısa zamanda bekliyoruz! Keşke bunlar 10 yıl önce yapılsaydı da bu kadar çok kadını, çocuğu kaybetmeseydik. Kim bilir şu anda bile kaç tanesi çaresiz şekilde sapık ve katillerin karşısındalar, gerçek bu maalesef. Kaybedecek zaman yok!!
(NOT: Kim bilir bu canice eylemler öncesinde ve sırasında o zavallı kadın ve çocuklar “kurtulmak için” nasıl yalvarıyorlar ve fayda etmiyor. Çözüm arayanlar ve ceza verecek hakimler bunu akıllarından çıkarmamalı!)