Gazetecinin bir ‘katil’ olmadığı kalmıştı
.
Devletin memurları “onbinlerce kişinin öldürülmesi emrini veren İmralı”nın ayağına gönderilirken diğer tarafta tutuklu gazetecilerin “katil, bombacı, sahtekar” olarak genellenmesi gerçekten şok edici bir durum.. Başbakan Erdoğan bir iki isim baş harfi söylüyor, arkasından tüm tutuklu gazetecilere bu yakıştırmaları genelleme halinde yapıyor.
Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın “hangi gazetecileri kastederek tutukluluklarını dile getirdiğini” bildiği halde (ki başta “üstelik milletvekili” Mustafa Balbay vardır) onu bu “katil” dediği isimlerle birlikte anıyor.. Bu da halkı yanıltmak değil midir, politika uğruna gerçekleri saptırmak değil midir?
İngiliz muhalefeti yapmaz..
“Siz hiç İngiliz muhalefetinin ‘basın özgürlüğü yok’ diye sağda solda ağladığını gördünüz mü” demiş Başbakan.. İyi de İngiltere’de basın hiç bugün Türkiye’de olduğu gibi bir baskı, korku yaşadı mı, herhangi bir hükümet bu baskıyı uygulamaya cesaret edebilir mi?
Türkiye’de basın özgürlüğü, hatta “Sanat özgürlüğü” olmadığını bugün Avrupa Parlamentosu da söylüyor, dünya basın kuruluşları da, AB raporları da.. Acaba Başbakan bu tür bir raporun İngiltere’ye verildiğini gördü mü, görmesi mümkün müdür?
Son derece üzücü bütün bu olanlar, “sözün bittiği nokta” tam bu olmalı.. Oy uğruna bu kadarına değer mi diye düşünüyor insan!
Vur gözüne, gözüne!
Silivri ’de Ergenekon duruşmasını izlemeye giden, adil yapılmadığı zirveden de açıklanan yargılamalarda adaleti aramaya giden insanlara yine güvenlik güçleri tarafından “düşman” muamelesi yapıldı. Dün gazetelerin birinci sayfasında verilen “tazyikli su sıkıldığı için gözü kanayan” kadın vatandaşın fotoğrafı ülke adına utanç verici, insanlık dışı tablonun açık ispatıydı. (İstanbul Baro Başkanı’na mahkeme salonunda “adalet aradığı için” dava açılır ve fırsattan istifade ile düşürülmeye çalışılırsa vatandaşa olacak da budur..)
Devamlı aynı soruları soruyoruz ve dünya olanları görüyor ama “sorumluları” hiç çekinmeden bu “en doğal hakkını kullanan vatandaşa şiddet” gösterilerini sürdürüyor. Üniversitede de, işçi gösterisinde de, sıradan bir yürüyüşte de, duruşma izlemeye gidenlere de hep aynı baskı, aynı şiddet..
Özel yetkili Adana Valisi
Önündeki büyük resim bu olan diğer bürokratlar da Adana Valisi Hüseyin Coş gibi örneğine uygun hareket ediyor, taklidini patlatıyor, Adana’da “özel yetkili vali” kesiliyor.
Mahkeme kararı olmadığı halde Gazeteci Taner Talaş’ın ağabeyinin 3 çocuğu ve eşiyle yaşadığı evine gecenin 3’ünde po-lisleri dolduruyor, evi didik didik aratıyor. Sebep; Kırıkkale Valisi iken “bir kadın doktora taciz olayıyla” gündeme gelen ve sonra da bu doktoru Adana’ya aldıran Vali hakkında milletvekillerine gönderilen mektupları arıyorlarmış.
Mektup filan çıkmamış.. Ama olayın iç yüzü çıkıyor..
Meğer Gazeteci Taner Talaş “Vali’nin işler karıştırdığı ihaleler”i haber yapmış. Şimdi de “Suriyeli sığınmacılara yapılan yardım ihalelerini” haber yapmak üzereymiş.
Görüldüğü gibi balık baştan kokuyor, bu tür olaylar başlayınca ülkenin her köşesine yayılıyor.
Bu valiye ve o jandarmalara hesap sorulur mu sizce? Cevabı biliyorum maalesef!