Şampiy10
Magazin
Gündem

Bir yazarı susturmak..

.

ABONE OL
Vatan Haber

Herkesi, kendi meslektaşları başta olmak üzere okka altına göndermek, onları “yapmadıkları hatalar, kafadan uydurulmuş suç iddiaları”y-la zan altında bırakmak için var gücüyle çalışan bir kadın gazeteci var biliyorsunuz.. Televizyonlardan “gazetecileri suçlamak, cezaevinde olanlarla uğraşırken adeta savcı kesilmek, ispatlanmamış iddiaları bile gerçek gibi yansıtmaya çalışmak” pek hoşuna gider.. Hatta meslektaşlarına ekranlardan “Bu iddialara inanmıyorlar, o zaman kendileri de Ergenekoncudur” bile demişliği vardır..

YARGISIZ İNFAZ

Yani öyle bir “demokrasi” anlayışına sahip ki (bunun adı demokrasi değil tabii ama kendileri demokrasiyi, demokratlığı dilden düşürmezler, sık tekrarlamakla öyle olunurmuş gibi) kendisiyle aynı fikirde olmayan yok olsun, bu mudur, budur.. Farklı düşünceye sahip olan düşünmesin. Veya düşüncesinden dolayı cezalandırılsın. Bravo yani, daha iyisi can sağlığı canımın içi.. Sayısız kez henüz hüküm giymemiş, bir iddia üzerine (hem de dijital iddia, çoğunun virüslü veya sahte olarak düzenlendiği bilirkişi raporlarıyla anlaşılmış iddia) tutuklanmış gazetecileri ve diğer isimleri yargısız infaza tabi tutmuştur kendileri..

Ve şimdi, bu “kapı gibi 12 Eylül darbesi”ne övgüler dizmiş, alkışlar tutmuş, sayfa sayfa mutluluk yazıları yazmış, sonra da kalkıp “yapılmamış, iddia darbe” için insanlara cezalar biçmiş şahıs 28 Şubat sonrasında Akşam Gazetesindeki işine son verilmesi olayını anlatıyor.. Neden anlatıyor, çünkü Akşam Gazetesi’nin sahibi Mehmet Emin Karamehmet gazete patronlarıyla yapılan röportajlarda onun Akşam’dan çıkarılmasını “o sırada Genel Yayın Yönetmeni olan oğlunun istediğini” söyledi. Ne büyük hata!!! Ateşler ve intikamlar tanrıçası mutlaka intikamını kat be kat alacak, kepçeyi kaptığı gibi kazanının başına geçecek, karıştır babam karıştır. Öyle karıştır ki çıkan dumanlar eski patronunu boğsun, onu “28 Şubat soruşturması”na sokamazsan yazık sana..

Bu arada, söylemek isterim ki bence, gördüğüm kadarıyla oğlu kendisinden daha düşünceli ve demokrat biridir. Annesi gazeteden çıkarılınca onun için yazdığı “Bir yazarı susturmak, işine son verdirmek kimi nereye götürür” satırlarını da besbelli duygusallıkla yazmış. Ama gazeteciler sadece “asker baskısı” olan dönemlerde susturulmadı Türkiye’de.. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde de yapıldı bu, son dönemde de..

‘YAZDIKLARINDAN DOLAYI DEĞİL..’

Bunları yazarken tabii annesinin “susturulan diğer gazeteciler” için gelecekte neler söyleyeceğini, neler yapacağını bilmiyordu. Oysa bu hanım diğer meslektaşları susturulduğunda, işlerine son verildiğinde, tutuklandığında ve en ağır şartlarda “savaş esiri gibi” yaşatıldığında ağzını bile açmadı, “kendisine yapıldığı zaman” olduğu gibi sesini yükseltmedi, tam aksine ekranlardan (karbon kopyası ile birlikte koro halinde) tutuklu gazeteciler için daha henüz soruşturma devam ederken “onlar yazdıklarından dolayı değil, yaptıklarından dolayı içerdeler, terör faaliyetleri nedeniyle tutuklular, birileri onlar üzerinden davayı sulandırmak istiyor” benzeri konuşmalar yaptı.

Antidemokratik baskılardan şikayet eden, tepki gösteren meslektaşlarını hedef göstermekten çekinmedi. Şimdi kalkmış 28 Şubat döneminde “sürekli askerin aleyhinde yazıyordum” diyor. 28 Şubat’ta ordunun hükümete baskısı söz konusuydu ama sonuçta dönemin koalisyon hükümetinin başındaki (yakın arkadaşı) Erbakan ile Çiller dik durabilseler, baskıyı kabul etmeseler durum farklı olabilirdi ki kendileri de böyle anlatıyor zaten.. Yapmadılar ve çekildiler. Kararlar MGK kararı olarak, bakanlar kurulunun imzasıyla alındı, demokrasi kesintiye uğramadan hükümet değişikliği oldu. Yani bir darbe ile kıyaslanamaz, 12 Eylül’le de asla kıyaslanamaz.

ÖZKÖK GİBİ!

Binlerce, on binlerce mağdur yaratan 12 Eylül darbesini allayıp pullayıp, sonra da kalkıp 28 Şubat kahramanı kesilmeye çalışmanın, 12 Eylül darbesini överken ağır Balyoz cezaları için “adil olmadığını söyleyemem” diyen Hilmi Özkök’ün yaptığından farkı yoktur.

“Kendisinin işten çıkarılarak haksızlığa uğradığını” yazarken, işten çıkarılan veya tutuklanan gazetecilere sevinmenin tutarsızlığı da ortadadır. “Kibrine esir düşmüş”lerden söz ederken diğer meslektaşlarının mağduriyeti karşısında “bugünkü gücüyle şişinen, kibirle konuşan” kendisinin tutarsızlığına da diyecek yoktur.

Başkaları mağdur olduğunda sevinen kişilerin, gerçekte son derece acımasız davranan kişilerin sıkışınca mağduriyet edebiyatı yaparak duygu sömürüsüne koşmaları çok acınası değil mi sizce de?

NOT; Türkiye’deki tüm darbe ve muhtıraların (27 Nisan hariç) mağduru bir ailenin kızı olarak antidemokratik tüm baskılara karşı olduğumu biliyorsunuz. Ama ordu baskısına ne kadar karşıysam (ki adım Nokta dergisinde yayınlanan “Ordunun sevmediği yazarlar” listesinde yer almıştır) sivil baskılara ve siyaset etkisindeki yanlış yargı kararlarına da aynı derecede karşıyım. Hangi nedenle olursa olsun bir darbeyi (bu malum örnekte görüldüğü gibi) övmem de asla söz konusu olmamıştır, olamaz. En azından asgari bir “tutarlılık” gereklidir arkadaşlar!

*****


Ensest’te bile ‘ruh sağlığı’ saçmalığı!

Kartal’da ‘down sendrom’lu kendi kız evladına tecavüz ederek hamile kalmasına neden olan adamın davası Türkiye’nin “ensest-aile içi tecavüz” gibi çok ciddi bir sorununun su yüzüne çıkması açısından büyük önem taşıyor. Bu davada Kartal 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği 15 yıl hapis cezasına “mağdurun kızlık zarı bozulmadan hamile kalmış olması” nedeniyle indirim yapıyor, anne “çocuğum sezaryenle kürtaj oldu, bu kararı kabul etmiyorum” diye isyan ediyor (Akşam gazetesi, 8 Ekim 2012) ve sonunda aynı mahkeme Yargıtay kararına rağmen “mağdurenin ruh sağlığının bozulması ve tecavüz edenin ‘baba’ olması nedeniyle” 15 yıl hapis cezasında israr ediyor.

BU NASIL YARGITAY?

Sonuçta kendi çocuğuna, hem de özürlü çocuğuna yüreği sızlamadan tecavüz etmiş olan mahkum yine (o da “bir af”fa rastlamazsa) 7-8 yıl yatıp çıkacak ve çıktığında kim bilir o çocuk ve diğer çocuklar için nasıl bir tehlike olarak topluma karışacaktır.

GÖRMÜYOR MUSUNUZ?

Bu olaya da baktığınızda, bir çok kadın ve çocuk tecavüzünde görüldüğü gibi Yargıtay’ın en ağır, en feci tecavüzde bile, çocuklar ve aile söz konusu olduğunda bile “hafifletici nedenler” arayışında olduğu görülüyor. Bu Yargıtay ne yapmak istiyor acaba, ne demek daha hafif ceza?

Mahkeme ise “ruh sağlığının bozulmasından” söz ediyor, hem de zaten ruh sağlığı zaten sorunları nedeniyle yerinde olmayan bir çocuk için.. Herhalde dünyada ancak bizde görülebilir durumlardan biri de bu, çocuklarda bile dehşet verici tecavüz olaylarında “ruh sağlığı bozulmuş mu” onu arıyorlar.. Ve kadın kuruluşları, kadın vekiller, siyasetçilerin eşi olan kadınlar veya Kadın Bakanlığı görmüyor, duymuyor.

İşte bu vahşete dahi tepki gösteren bir toplum ve en ağır cezaları veren mahkemeler olmayınca insanlar sonunda “cezayı kendi elleriyle verme” yoluna gidiyorlar. Gaziantep’te kendisini kaçırıp tecavüz eden ve hala peşini, bırakmayan adamı bıçaklayarak öldüren evli kadına mahkeme “beraat” kararı vermiş. Başka yapacak şey yok zaten, mahkemeler “tecavüzü teşvik eder gibi hafif cezalar” vererek bu tür suçlarda kendileri rol oynuyorlar ve sonunda beraat ettirmek de onlara kalıyor.

Artık isimleri “KA” ile başlayan kadın örgütleri ve bakanlıklar başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının ve TBMM’deki partilerin-vekillerin toplumsal sorunlarla hiç ilgilenmediklerini düşünmeye başladım. Eğer ilgilenseler ve toplu tepki ortaya koyabilselerdi o zavallı çocuklar ve kadınların bu vahşeti yaşamaları engellenebilirdi. Bakalım daha ne kadar süre “yüreklerini kendilerine sak-layarak” üç maymunları oynayacaklar?

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Kadınlara yasaklar nereye varıyor!
  2. Dershane konusu pek garip!
  3. Diyanet, kadınlar ve hadisler!
  4. Yeni Bavul ve 28 Şubat!
  5. Devlet ‘mezhep’ soramaz!
  6. Buldan ve katiller!
  7. Kadına şiddette ‘medya’nın suçu!
  8. ‘Geri zekalılar bile anlar’ demiştim!
  9. Devlet Güneydoğu’ya girebiliyor mu?
  10. Haşim Kılıç parti sözcüsü gibi!

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.