Barzani’yle gurur duymak mı?
.
AKP Kongresi dün bütün ekranlarda gün boyu yayınlandı, yankıları ve tartışmaları da gece programlarına bırakıldı. Hemen bütün TV sohbetleri de Başbakan Erdoğan’ın yaptığı 2.5 saatlik konuşma üzerineydi..
Bu konuşmanın dikkatle izlenmesinin en önemli nedenlerinden biri “Türkiye’nin başına sarılmış olan büyük sorunlar, özellikle de ‘Suriye ile savaş noktasına gelmemiz ve zirve yapan PKK terörü’ hakkında daha net bir açıklama beklenmesi idi.. Bu noktada yaşanan hayal kırıklığını Kongre’yi izleyen ve konuşan hemen herkes dile getirdi, sıkça eleştirildi.
ATATÜRK’ÜN SÖZÜ
Başbakan Erdoğan terör şehitleri için nedense Atatürk ’ün Çanakkale Savaşı sonrasında bu savaşta hayatını kaybeden yabancı askerler için söylediği “Analar gözyaşınızı durdurunuz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Onlar bu topraklarda can verdikten sonra artık bizim çocuklarımızdır” sözünü birebir hatırlatan “Kanlarıyla bu toprakları sulayana kadar sizin yavrularınızdı, şimdi bizim yavrularımızdır” sözünü seçmişti. Oysa o şehitler kanlı terör eylemlerine kurban verilmeden önce de bu vatanın, bu toplumun evlatlarıydılar.
Ve keşke “canlı evlatlar” olarak kalabilseler, gençliklerini yaşayabilseler, yeni doğmuş çocuklarını, ana babalarını hayat boyu acılara düşürmeden hayatlarını sürdürebilselerdi. Yapılan hataların onların kaybında büyük rolü vardır.
Daha önce terörün sıfırlanabildiği görülmüşken, ciddiyetle, TBMM’de alınacak kararlarla çözüm aramak yerine, orduyu zayıflatarak değil, güçlendirerek ülke topraklarını korumak yerine “silah bırakmayan terör örgütüyle” masaya oturmak gerçekten büyük hataydı ki İngiltere eski Başbakanı Tony Blair Türkiye’ye geldiğinde “kendilerinin bunu asla yapmayacaklarını” söylemiştir. Özellikle son seçimden bu yana verilen şehitler konusundaki büyük hatalardan biri “PKK’ya açılım ve Oslo-İmralı görüşmeleri süreçlerinde devlet adına verilen sözler”dir.
Bu hata sonucunda terör örgütü “ne kadar çok saldırır ve öldürürse Türkiye’ye taleplerini o kadar çabuk kabul ettirebileceği” düşüncesine sahip oldu.
BARZANİ VE SURİYE
PKK’nın diğer güçlenme nedeni ile ilgili ikinci büyük yanlış Suriye’de yapıldı. Birleşmiş Milletler, AB ülkeleri, ABD hepsi bir kenarda durup izlerken Türkiye öne atılarak “Esad’ın karşısında, muhalif güçlerin yanında” yer aldı. Onları kendi topraklarımızda barındırıp, silahlandırarak Suriye devlet güçleriyle savaşmaya yolladık. Önce yüz binlerce Suriyeli mülteciyi alıp bazılarının savaşarak tekrar dönmesine bile göz yumduk. (Kongrede de bir kez daha bu “taraf olma hatası” üstelik vurgulanarak sürdürüldü.)
Şimdi de Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Suriye kaynaklı mülteci krizinin büyüdüğünü, doğru zamanda doğru önlemler alınmazsa büyük riskle karşılaşacağımızı, güvenli bölge oluşturulmasından başka çare kalmadığını” İngiliz ve Amerikan TV’lerine açıklıyor. “Ne yazık ki uluslar arası toplum bizi yalnız bıraktı” diyor. İyi de onların hepsi Suriye’deki iç savaşta ihtiyatlı dururken bizim acilen taraf olmamız şart mıydı? Bu kimin hatası?
“Doğru zamanda doğru önlemi” almayan kim? İşte şimdi itiraf edilen bu büyük hata sonunda Esad da “siz bu isyancıları koruyorsanız ben de PKK’yı korurum” diyerek Kuzey illerini onlara bıraktı, terör eylemlerine de destek verdi. Irak Federe Kürdistan Bölge Başkanı Barzani ise bu oyunların hepsinin baş aktörüdür, Suriye’de PKK’yı yöneten de kendisidir. (Davutoğlu aynı konuşmada “Eğer Suriye nedeniyle Türkiye’ye karşı herhangi bir terör, güvenlik riski ortaya çıkarsa her adımı atmak hakkımızdır” diyor. Yani “savaş”tan söz ediyor. Tamam da “terör-güvenlik riski” daha nasıl çıksın?)
Ve şimdi bu kadar şehit veren, her gün onlarca şehidinin cenaze törenlerini yapan bir ülkeyi yöneten partinin kongresinde bu Barzani’ye “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yapılıyor, çok acı değil mi? Niyetini bu kadar iyi bildiğimiz, Suriye’den sonra gözünü daha da kararlı olarakTürkiye’ye diktiği açık seçik ortada olan bu adamı kongrede konuşturmak bile hatayken bir de tezahürat yapılmasına başka ne denebilir ki?
‘DESTEK VERMEYİN’ DERKEN..
Şimdi bir yanda bu durum, bir yanda “Oslo süreci yeniden başlayacak” diyerek PKK ile “silah bırakmadığı, saldırılarına devam ettiği halde” masaya oturulacağı söylenirken diğer tarafta Başbakan Erdoğan’ın Kürt vatandaşlara “Terör örgütüne destek vermeyin, o sizi temsil etmiyor” demesi, “Terörün bir piyasası oluşmuştur” demesi çelişki değil mi?
Koskoca devlet, askerlerine saldırıp öldürmeye devam eden bir örgütle anlaşma yoluna girerse bu piyasa başarılı olmuş demek değil midir? Devlet, Hükümet (“yeni Oslo süreci” Başbakan’ın ağzından söyleniyor) o örgütü “muhatap” kabul ediyorsa Kürtlere “siz etmeyin” demek ne anlama gelir?
MEDYAYA AYIRIM!
Bu siyasi konularda gerçeklerin es geçilmesi dikkat çekerken AKP Kongresi’nde bazı gazetelere uygulanan ambargo da demokrasi ve hatta “İLERİ” demokrasi adına olmayacak bir çelişkiydi. Nitekim parti sözcüsü Hüseyin Çelik’in TV’de “Bu olay düğüne istediğiniz kişileri davet etmek gibi” sözüyle açıklamaya çalışması pek ilgisiz kaldı.
Soruyu soran TV sunucusu “Ama efendim Genel Başkanınız ‘Biz yüzde 99 oyla da gelsek yüzde 1’in hakkını savunuruz” dedi, bu açıklama pek uymuyor, düğünle davetle bunun ne alakası var” sorusunu ekleyemedi. Kurultaya katılan diğer medya temsilcileri de bu konuda “bir demokratik ülkede yapılacağı gibi” bir tavır ortaya koymadılar. “Daha da ileri, en en ileri” demokrasiye geçtiğimizde yapacaklardır herhalde!
Katliam yasasına ‘Hayır’
Dün bence günün olayı “Sokak hayvanlarının yasa yardımıyla topluca katledilmesi”ni önlemek için on binlerce vatandaşın birçok şehirde eş zamanlı olarak yaptığı yürüyüşlerdi. Sözüm ona “Hayvanları Koruma Yasası” denilen 5199 sayılı yasada “hayvan bakımevlerinde yer bulunamayan sahipsiz hayvanların ‘doğal hayat parklarına’ bırakılması” şeklinde yapılacak değişiklikle ülke genelinde milyonlarca sahipsiz kedi ve köpeğin topluca ölüme terk edilme planına halk büyük tepki gösterdi..
Hayvan severler onların “toplama kamplarında olduğu gibi” ölüme terk edileceğini veya ilaçla “uyutulacağını” düşünüyor. Oysa daha yasa değişikliğinin tarifinde bile “aldatmaca” var. Belediyelerin hayvanlar konusunda en iyi çalışanlarında bile çok sayıda hayvanı barındıracak bakımevi yok.. Söz ettikleri “doğal hayat parkları” ise hiç yok.
Olsaydı yıllardan beri “boş alanlar var, gelin açın şunları, özel veterinerlerle de yardımlaşarak 50’şer 100’er kısırlaştırıp çoğalmalarını önleyin, yavaş yavaş azaltın sayılarını” diyerek yaptığımız teklifleri kabul ederlerdi. İstanbul Büyükşehir ve Şişli bile söz verdikleri halde açmadılar.
Bu nedenle benim tahminim ya ormanlara atılacak ve açlıktan ölecekler, ya da “zehirli yiyecek” atılarak öldürülecekler. İşte bu ülkenin duyarlı insanları bu vahşete göz yummayacağını gösteriyor ve tüm illerde sokaklara dökülerek tepkisini haykırıyor. Birçok belediyenin tembelliğinin, Anayasa ile kendilerine verilmiş olan “hayvanları koruma ve kısırlaştırma” görevini yapmamalarının bedeli hayvanların hayatı alınarak ödetilemez. Bu konuda asla taviz verilmemeli, tepkiler aralıksız sürmelidir.