Artık gerçekleri saklamasak nasıl olur?
.
Taksim’de yine kalabalıklar toplandı Cumartesi akşamı.. Ellerinde karanfillerle “demokratik bir ülke istedikleri için” sokaklara çıkıp polis şiddetiyle hayatını kaybeden gençleri, demokrasi şehitlerini anmak istiyorlardı, kaldı ki onca kayıptan, olaydan sonra yapılan tüm açıklamalar baskıların toplumda yarattığı öfkenin hiç anlaşılmadığını veya önemsenmediğini gösteriyor gibiydi.. Şiddet “polis tarafından”, tazyikli sularla, dev araçlarla insanlar ve çevre tahrip edilerek yaratılmış olmasına ve zarar bu nedenle ortaya çıkmasına rağmen hala “yaktılar, yıktılar” diye şiddeti bile gösteri yapanlara mal etmek istiyorlardı..
“Her gösteride polis şiddetinin eksik olmayacağı” anlatılmak istendiği için polis yine biber gazını da, tazyikli suyu da eksik etmedi, bu yetkilerden sonra bir de eline “ağır silahlar” verilirse ne olur bunu da verecek olanlar cevaplamalı.. Oysa insanların elindeki karanfiller aynı zamanda “o gençleri öldüren suçluların adalete teslim edilmesi”ni temsil ediyordu, istekleri buydu. Artık Türkiye’de “adalet”ten ne kadar söz edilebilir bilinmez ama adalet istiyorlardı.
Niye 28 Şubat?
Hükümet üyeleri tüm illere ve diğer ülkelere yayılan Gezi gösterileri için birçok ilgisiz nedenden söz ederken bu olaylarla “28 Şubat” arasında benzerlik kurmayı unutmuyorlar. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da “28 Şubat’ın sivil yapısını harekete geçirmek isteyen bir psikolojik hareket var (Ö) Bu hareket bir günlük bir hareket değil, mahalli idareler seçimine dönük, İstanbul üzerinden, büyük kentler üzerinden bir hesaplaşmayı kendi içinde barındırıyor” demiş.
İyi de en basit mantık bile “durup dururken mi başladı bu olaylar? Polis 31 Mayıs günü parka saldırıp gençleri hastanelik etmese, halk ve hatta diğer ülkelerdeki Türkler bunları görüp galeyana gelmese, mesela polis Gezi Parkı’na hiç girmese ve Hükümet o gün ‘AVM, Topçu Kışlası’ inadından vazgeçse olacak mıydı? Ayrıca 11 yıldır kaç seçim geçti olmadı da niye şimdi olsun” diye sormaz mı? (İllerde insanlar polisin vatandaşa uyguladığı şiddete, binalara sıktığı gaza dayanamayıp balkonlarından TOMA’ların üstüne saksı attılar, bu bile görülmedi mi diye sormaz mı?).. En basit mantıkla bile “Neden 28 Şubat’la bağlantı kuruyorsunuz, 28 Şubat öncesindeki şartların ve hükümet uygulamalarının benzer olduğuna ve aynı tepkiyi yarattığına mı inanıyorsunuz, öyle midir” diye düşünülmez mi?
Hep mezhep ve etnik ayrımı..
Bozdağ da diğer Hükümet üyeleri gibi her olayı muhalefet partilerine, özellikle de Ana Muhalefet Partisi’ne mal etmeyi, görünen tablo ve görünen sorumlular yerine (hatta bunca kayıba neden oldukları için istifa etmesi gereken üç sorumlu yerine) onları suçlamayı unutmuyor. Demokratik ve laik, her inançtan ve kökenden vatandaşını eşit tutması gereken bir devleti yönetenlerin “Irk-din-etnik köken” ayırımı yapamayacağını, yapılmaması gerektiğini, önemli olanın “dürüst, akıllı, ülkesini ve toplumunu ayrıştırmadan, baskılara baş vurmadan yönetmek” olduğunu göz ardı ediyor. Devamlı bir “Tunceli, Alevi” vurgusu sürüp gidiyor.
Ne var ki, bunlar olunca iyi özellikler kaçıyor mu? Bunlar olursa o insanlar ülkelerini vatandaşlarını sevemez, yönetemezler mi, neden?
Bu aynen “bizim bir Besmelemiz yeter” demeye benziyor, “Besmele” sadece bir kesime mi aittir, bunda ve “Allah”ın adını anmakta, “Allah’u ekber” demekte bile “sizin-bizim” diye ayırım mı olur? Bozdağ Almanya’nın önemine ve “Türkiye’nin AB üyesi olmasını şimdi daha da çok engelliyor olmasına” değinirken Merkel’in Gezi olayları konusunda yaptığı açıklamalar için “Bu içişlerimize müdahale değil midir” diye sordu. Eğer böyle düşünüyorsak, bizim Suriye için aralıksız yaptığımız konuşmalar ve hatta bir iç savaşta kesin taraf olarak “aralarında rakiplerini hunharca katleden terör örgütlerinin olduğu muhaliflere verdiğimiz onca desteği” nasıl açıklayacağız? “Kendi vatandaşlarını öldürtüyor da ondan” mı diyeceğiz?
Sorunu görmek!
Türkiye tam bir karmaşanın içinde ve bu tür “kolaycı” konuşmalar yerine sorunların kökenine inen; “vatandaşa baskılardan, zoraki uygulamalardan kaçınılacağını” anlatan açıklamalar, suçluların cezalandırıldığını ortaya koymak gerekli. Ama zaten olayların bu nedenle çıktığını görmezden gelerek “polis gücünü arttırmaktan, interneti de baskılamaktan, MİT’e operasyon yetkisi vererek toplumu fişlemekten” söz edilirken bunu önermek bile anlamsız geliyor!
NOT: Gezi olaylarında tepki gösterenlerin “sosyalist” diye kategorize edilmesi nasıl mümkün değilse, yazın Bodrum’a gidenlerin edilmesi de değildir. İktidar mensupları da Bodrum’un en lüks otellerinde, yatlarda tatil yapmıyorlar, lüks jetlerle dünyayı birkaç kez turlamıyorlar mı? Boğaz’a karşı içki içmek de, Bodrum’a gitmek de isteyen herkesin hakkıdır, demokrasi öyle diyor.