‘Özel yetkili’ kabusu!
Bu ülkenin ordusunun bir albayı “28 Şubat soruşturması nedeniyle” denerek tutuklandıktan sonra cezaevinde midesinden ağır hastalanarak ameliyat oluyor, onun arkasından safra kesesi iltihabı oluyor ve vatanının güvenliğine adadığı yaşamının son günlerini “mahkumdan farksız” geçirerek hayatını kaybediyor. Neymiş efendim “aslında 10 Ağustos’ta 28 Şubat soruşturmasından tahliye olmuş ama GATA’da yoğun bakımda olduğu için bunu bile öğrenememiş”.. Oyuncak mı bu, insanların sağlığıyla, yaşamıyla, ailelerinin düzeni mutluluğuyla top gibi oynama, onlara aylar-yıllar boyu mahkum hayatı yaşatma ve sonra “Pardon, bir suçunuz yokmuş, serbestsiniz” deme hakkını hangi hukuktan alıyorlar acaba? Var mı yeryüzünde bu rezaletin bir benzeri daha? Nerede varsa göstersin bu mahkemeler bakalım!
HAKSIZ YERE ÇALINAN HAYATLAR
Eşi onun “üzüntüden hastalandığını ve bu psikolojik savaşı kaybettiğini” söylemiş, yerden göğe haklı değil mi yani? Bu soruşturmalar kapsamında (soruşturmaların hepsi aynı zincirin devamı) tutuklanan diğer asker ve siviller, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ve diğer generaller “dik durmaya, psikolojik zafiyet göstermemeye” gayret ediyorlar ama bir insan bedeni ve beyni “haksız yere hayatının çalınmasına” ne kadar dayanabilir?
Bir yanda kapı gibi 12 Eylül darbesi ve 27 Nisan muhtırasının sahiplerine hiç dokunulmaz ve korunurken “altında dönemin Başbakanı ve Bakanlar Kurulu’nun imzaları olan, MGK kararı olan” ve bu nedenle darbe sayılmayan 28 Şubat olayı nedeniyle o albay ve diğerlerinin tutuklanmasının anlamı nedir? Bu “özel yetkili” dendiği için her istediğini yapabileceğini sanan mahkemelerin kalkması için daha kaç insanın hayatını kaybetmesi gerekecek?
HERKES KARŞI AMA ORADALAR
Başbakan Erdoğan’ın “PKK ile Oslo görüşmelerini yapan” MİT’çilerle ilgili olarak “Özel Yetkili Mahkeme” kararına karşı çıktığını ve sırf bu karar uygulanmasın diye “özel kanun” çıkarıldığını biliyoruz.. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in ÖYM’lerin yaptırdığı tutuklamalar konusunda onları kastederek “Yargı bağımsızdır ama sorumsuz değildir” dediğini (her ne kadar o “bağımsız” tanımı artık geçerli sayılmaz ise de) biliyoruz.. Son olarak Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Bu nasıl şey her geleni içeri atıyorsun, Özel Yetkili Mahkemeler nerede duracağını bilmiyor” dedi, bunu da ekleyelim.. (Gerçi o milletvekili seçilen tutukluların da serbest kalması gerektiğini söyledi, oysa “milletvekili seçilenlerin tahliye edilmesine” Meclis’te karşı çıkan, tutukluluklarının devamını isteyen AKP.. Arınç kendi partisine anlatmalı..)
Altına mahkemeler, hakim ve savcılar hakkında karar veren HSYK’nın tamamen Adalet Bakanlığı kontrolünde olduğunu yerleştirelim. Peki Hükümetin, Meclis’in en yetkili kişilerinin şikayet ettiği ve “işini bitirip ortadan kayboluveren bir hahamın iddialarıyla başlatılan” soruşturmada yıllardır “en tanınmış gazetecilerden, bilim adamlarından başlayıp terörle mücadeleye ömrünü vermiş askerlere ve Genelkurmay eski Başkanı Başbuğ’a kadar” ülkenin saygın isimlerini terörist suçlamalarıyla cezaevine atarak onurları, meslekleri, hayatlarıyla oynayan bu mahkemelere o “özel yetki”yi kim ve nasıl veriyor acaba?
Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit tarafından 8 Ağustos’ta gönderilen yazının ve gazeteci-yazar Soner Yalçın’ın cezaevinden yazdıklarının herkes tarafından duyulması gerektiğine inanıyorum.
TUTUKLU DEĞİL ‘TUTSAK’..
Orhan Birgit “İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde ‘terör örgütü oluşturmak’tan sanık olarak yargılanan meslektaşlarımız” ve diğerleriyle ilgili açıklamasında şöyle diyor:
“Sayıları 90’ı aşan tutuklu gazetecilerin ortak görüşü ‘ülkemizde bugün bağımsız adalet olmadığı’ noktasında toplanmaktadır (...) Kamuoyu yoklamalarında da ‘adalet kurumunun en az güvenilir’ olarak değerlendirildiği gerçeğini dikkate alarak, kendilerini ‘tutuklu değil, tutsak olarak’ gören meslektaşlarımızın seslerini dikkate almanın bir insanlık ve doğal olarak sorumlu yurttaşlık borcu olduğunu unutmamamız gerekiyor.
(...) Her gece başınızı yastığa koymadan önce lütfen bir dakikanızı ayırın ve kendinize sorun; Bu gazetecilerin tutukluğu ne zaman sona erecek? Onları tutuklayan irade ne zaman ‘haklarındaki kanıtları toplayarak değerlendirme’ aşamasına geçecek? Yanıtını kendi vicdanlarınızdan alabilirseniz uykuya dalabilirsiniz...”
EMPATİ NEDİR SİZCE?
Bu satırları okurken zaten baştan beri tutuklu gazetecilerin büyük kısmının eğer kitaplarından değilse “gazete veya internet sitelerinde yazdıklarından ya da muhalif görüşlerinden dolayı” tutuklandıklarına inandığımı, bunları defalarca yazmış olduğumu ve son zamanlarda görüşümün iyice haklılık kazandığını düşündüm. Yani o “insanlık ve sorumlu yurttaşlık” borcunu ödemeye elimden geldiğince çalışmıştım ama yetmez ki.. Bırakın “meslektaş” olmalarını “hiç tanımadığınız bir insan”ın hak etmediği halde “tek bir gün” bile hapiste kalmasının korkunçluğunu, yaratacağı yıkımı ve isyanı düşünün bakalım yeter mi?
Sadece bir an için bu haksızlığın size yapıldığını, sevdiklerinizden, hayatınızdan koparılıp taş bir hücreye yalnız başınıza veya tek bir kişiyle hapsedildiğinizi ve o ana kadar yalnızca filmlerde gördüğünüz gibi “günleri saymak için duvara çentik attığınızı”, çocuklarınızı üzmemek veya utandırmamak için yalanlarla oyalamak zorunda kaldığınızı düşünün.. Bir yanda katilleri, çocuk tecavüzcülerini salıveren bir yargının; “evinde 19 boş çakmak bulunan adama 7.5 yıl hapis verdiği” ve o katil ve tecavüzler aralarına karışırken ama çakmak yüzünden bir insana 7.5 yıl verilirken gık çıkarmayan bir toplumun olduğu ülkede her şey olabilir değil mi? (Devam edecek)