Yok artık!
.
Seneler senelerce evveldi, siyasi nedenlerle gözaltına alınan insanların önlerine evlerinde bulunan kitaplar dizilir, öyle fotoğraf çektirilirdi.
Kitaplar suç aleti fotoğraflarının vazgeçilmez unsuruydu. Zanlılar salınsa bile kitaplar müsadere edilirdi.
Mahkemeler çok hızlı kitap toplatma kararları verir, yazarlar, çevirmenler, yayıncılar tutuklanır, mahkemelerde süründürülürdü.
Yargı kitapları hızla toplamak, imha etmek için, seçilmiş bilirkişilerden rapor alır, bu bilirkişiler de önlerine gelen her kitaba “suçlu” damgası vururdu.
Askerler daha toptancı davranır, sıkıyönetim kararlarıyla yüz binlerce kitabı yayınevlerinden toplayıp imha ederlerdi. Sırf kitap bulmak, müsadere etmek ve evin sakinlerini gözaltına almak için evler basılırdı.
Bunlar seneler senelerce evveldi. 80’lerin ortalarından itibaren “suçlu kitap” kavramını unutmaya başladık.
Her fikirden kitabın asla suçlu olmadığı, olmayacağı günlere geldik, diyorduk ki bir eskiye dönüş hali tam anlamıyla kafamıza düştü.
Güneydoğu’da yapılan bazı operasyonlarda yine kitaplar bulunmuş, bu kitapların suçlu olduklarına mahkemeler hızla karar vermişti. Sonra bu operasyonların geçtiği şehirlerden biri olmayan Gaziantep’in bir mahkemesi de Hasan Cemal ve Tuğçe Tatari’nin kitapları için toplatma kararı vermişti.
Bu kitaplar, ülkenin en büyük sorununun “Kürt tarafı”nı anlatan kitaplar. Bu kitaplar barış için yol bulmaya çalışan, savaşı değil barışı hedefleyen kitaplar.
İkisini de okudum. Ve bu kitapların toplatılmasına “yok artık” demekten başka bir söz bulamıyorum.
Yargının tekrar kitap toplatan, fikir suçu peşine düşmüş bir yargı olması, pek korktuğumuz 90’lardan daha da geriye, 80’lere, 70’lere dönüşten başka bir şey değildir.
Gazetecinin hapiste olduğu bir ülke olmaktan kurtulmaya çalışırken, tekrar mahkemelerin kitap topladığı bir ülke olmayı doğru bulan varsa, aklını peynir ekmekle yemiş demektir.
Kitap toplayan bir yargı bu ülkenin hakkı değildir ve bu siyasi iradenin sonuna kadar karşı durması gereken bir ayıptır.