Profil düşük kalmaz
.
Kuvvetli siyasilerin cumhurbaşkanı olduğu her dönemde başbakanın “profili” tartışma konusu olmuştur. Kuvvetli cumhurbaşkanları da, Turgut Özal ve Süleyman Demirel, kendilerinden sonra başbakan olacak kişileri “düşük profil” tercihiyle belirlemişlerdir.
Özal’ın başbakan olarak seçtiği Yıldırım Akbulut, siyasi hırsları olmayan bir başbakandı, ama Özal’ın çok önem verdiği birçok kararnameyi de imzalamamış, direnmiştir.
Tansu Çiller, siyasi geçmişi çok zayıf olduğu için “düşük profili” garantili diye Demirel tarafından seçilmiş, ama Çiller oldukça kısa sürede bütün profilleri aşmış gitmiştir.
Son başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, bütün siyasi kariyerini Erdoğan’ın yanında yapmış ve onun tarafından başbakan yapılmış olmasına rağmen gitmesi “profil”de bir ayar sorunu olduğunu gösteriyor.
Bir önceki seçimle birlikte fiili başkanlık sistemine geçilmiş olmasına rağmen hukuki altyapı buna uygun olmayınca “profil” üzerinden siyaset başarısız oluyor.
Nasıl seçilmiş olursa olsun, profili tartışılan kişi sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıdır ve mevcut anayasal sistemde ülkenin bir numaralı sorumlu yöneticisidir.
Düşük profilli olması beklenen, yani cumhurbaşkanının belirlediği siyasetlere tam uyması istenen başbakanın da kendi siyasi kadrosu vardır ki bu kadro başbakanlıkla birlikte yeni katılımlarla büyür. Çevresi vardır, çeşitli baskı gruplarıyla, basınla bağlantıları vardır. Bunlar yoksa veya azsa bile hızla oluşur, gelişir.
Ak Parti’nin yeni başbakanı üzerine tahminler devam ederken, öncelik “düşük profilli” olma ihtimali yüksek adaylar üzerine yoğunlaşıyor. Ancak bunun zorluğunu siyaset izleyen herkes biliyor, Davutoğlu deneyimini yeni yaşamış Ak Partililer de biliyor.
Adı başbakan olsa da “başkanın yardımcısı” fonksiyonunun ihdas edilebilmesi için de anayasada birkaç madde değiştirmek yeterli değildir, uyumlu bir işeyiş sağlanabilmesi için bütün sistemle baştan aşağı oynanması gerekir.
“Şu şu yetkileri ondan aldım buna verdim” deyince iş bitmiyor, yeni başlıyor.