Kaos bekleyerek geçen hayatlar
.
Hep daha kötüsünü bekleyerek yaşamak ilginç bir hayat tarzı, bizde de pek bir yaygın. Hep yaygın oldu, sadece karanlık görenler, her ufukta kaos görenler hayatımızdan hiç eksik olmadı.
Bu hayat tarzının altında amatör bir siyaset merakı yatıyor. İçinde yaşadığı toplumu bilmeden, bilmeye çalışmadan siyasete parmak ucuyla dokunanlar hüsran duygusuyla da iç içe yaşıyorlar.
Siyaseti, “Benim dediğim olmalı, olmazsa bitmiştir bu memleket” cümlesinin içindeki küçük dünyada görmenin kaçınılmaz sonuçları var.
Bunlardan biri demokrasiyi anlamamak, giderek demokrasiyi reddetmek açmazına düşmek. Demokrasi onların istediği gibi çalışmıyorsa, “bitmiştir bu memleket.”
Demokrat olmaktan vazgeçmek de kolaydır onlar için, siyasetin aslında kötü bir şey olduğuna inanıvermek de kolaydır.
Topluma ve siyasete egemen griliği görmeyi reddeden bazen sadece beyazları görür, bazen de sadece siyahları.
Hangi siyahların beyazladığı, hangi beyazların karardığını görmeye, anlamaya çalışmak meşakkatli bir iştir. Bu meşakkate katlanmak da onlara hiç gelmez, onların dediklerinin olmasıdır esas önemli olan.
Bu “memleketin sahibi” görüntüsü zaman zaman bir “aydın refleksi” gibi algılanır, aşırı iyimserlikler de aşırı kötümserlikler de bu aydın refleksine bağlanır. Oysa bu refleks sadece “memleketin sahibi benim” refleksidir.
Biraz daha ileri gidince de ortada siyasetin s’si kalmaz, çok kuvvetli, çok sert bir “ego” savaşı kalır. Beceri bu ego savaşını siyasi mücadele gibi yutturmaktır.
Şimdi beklenen yine “büyük kaos” oldu. Çünkü halk, artık açıkça suçlanamayan halk onların istediği gibi düşünmedi ve davranmadı.
Onların istedikleri gibi düşünmeye çalışanlardan da bir şey çıkmadı, çünkü onlar da siyasete baktıkları aynı tıkız açının kurbanı olmuşlardı.
Tek çare kaldı, kaos beklemek, felaket beklemek, “kendi aleyhine bir kez daha oy kullanmış olan halkın” geleceği için üzülmek. Buradaki “üzülmek” kelimesi de, arkasında “inşallah belanızı bulursunuz” olan o meşhur timsah gözyaşından ibarettir.