Gelse ne olur gelmese ne olur
.
Gülen cemaatinin 15 Temmuz darbe girişiminde oldukça aktif bir unsur olduğuna dair bir kuşku bulunmuyor.
Ancak cemaatin darbe girişiminde “tek kuvvet” olduğuna ilişkin ciddi kanıt da bulunmuyor. Cemaatin tek başına silahlı kuvvetleri harekete geçirebilecek bir ağırlığı olup olmadığını henüz bilmiyoruz.
Şu ana kadar çıkan bilgiler esas olarak “Erdoğan karşıtı bir koalisyon”u işaret ediyor. Bu koalisyonu kurmak ve silahlı kuvvetlerin önemli bölümünü harekete geçirebilecek bir “siyasi odak” olmalıdır.
Fethullah Gülen’in Amerika’dan böyle büyük bir operasyonu yönettiğinin ciddi bir kanıtı da, birkaç itirafçı beyanı dışında bulunmuyor.
Gülen’in Türkiye’ye getirilmesi mümkün olursa, bu davanın şu ana kadar sözü edilenler dışında kanıtları, belgeleri de olmalıdır.
ABD’den bugüne kadar yapılan iade taleplerinden sonuç almanın zorluğunu da Amerikalılar sürekli olarak ifade ediyorlar. Açıklamalara göre Amerikan makamlarına onlarca kez başvurulmuş, ama herhangi bir süreç başlatılmamıştır.
Amerikan siyasetinde Gülen’in belli bir etkisi, eli kolu olduğu biliniyor. Cemaat mensuplarının belli çevrelerle iyi ilişkiler kurdukları da biliniyor.
Bu koruma sisteminin üstesinden gelmek için de gereken açık ve kuvvetli kanıtlardır.
Bu tartışmanın ötesinde Fethullah Gülen’in Türkiye’ye getirilmesinin hayati önemde bir konu olduğu da şüphelidir.
Yaşlı ve hasta bir adamın, boynu bükük görüntüleri ve titreyen sesiyle yapacağı savunmaların izlenmesinin hiçbir anlamı yoktur.
Buna karşılık dava sürecinde yayın yasağı konulur, açık duruşma yapılmazsa da çıkacak sorunların üstesinden gelmek kolay olmayacaktır.
15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı, Gülen belki 40 yıl önceki Humeyni gibi Türkiye’ye gelecekti. Ama Türkiye’yi onun yöneteceğine, yönetebileceğine inanmak da mümkün değil.
Gülen’in gelmesinden çok daha önemli konu, FETÖ davalarının sağlam ve sağlıklı yürümesidir. Şu ana kadar yapılan bazı yanlışları olayın sıcaklığına bağlayabiliriz, ama bu yanlışların devam etmesinin bahanesi olamaz.