Dört yıl çarpı 24 saat
.
Meşhur hikâyedir, bir dönemin siyaset anlayışını çok iyi anlatır. Tek parti döneminin Ankara Valisi komünist gençleri toplar, nasihat verir: “Komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz...”
Ülkeyle ilgili bir şeyler düşünmek, küçük ya da büyük sorunları tartışmak, fikrini söylemek hakkının sadece “birilerine ait” olduğu anlayışını demokrasi çoktan süpürüp atmıştır...
Vali Tandoğan’ın “gerekirse faşist oluruz gerekirse komünist, ama biz oluruz siz bir şey olamazsınız” ruhu bayağı kökleşmiş bir siyaset anlayışıdır.
Siyasetin sandıktan sandığa yapılan bir oy verme işleminden ibaret olduğu anlayışı da çoktan zaman aşımına uğramıştır.
Bu anlayış, siyaseti kısıtlama, daraltma isteğinden başka bir şey ifade etmez. Ama ne yazık ki, yine suyun üzerine vurdu.
En uç noktalardan gidersek, bu anlayış “barış süreci”ni de yanlış anlamanın bir ifadesi olarak ortaya çıktı: Eski PKK’lılar yok olmayacaktır ve siyaset yapma haklarıyla, meşru siyaset haklarıyla birlikte var olacaklardır.
Barış sürecini “silahları bırakır, gider oturur aval aval bakınırlar” diye anlamak, başka birilerinin siyaset yasağı koyma hakkını kabul etmektir.
Valinin “kimse bir şey talep edemez doğru olanı, herkes için doğru olanı biz tespit eder gerektiği zaman yaparız” inancının tercümesi “ne kadar az demokrasi o kadar kolay yönetim” rahatlığıdır.
Siyaset, iki sandık arasında dört yıl çarpı 24 saat yapılacak, yapılması gereken bir faaliyettir. Sürekli yapılmalıdır, insanlar kendilerini sürekli ifade edebilmelidir, sandıktan çıkmış olanlardan sürekli bir şeyler istemelidir ki, kimsenin aklına başka yollar aramak düşmesin.
Bir süredir çatışmacı dillerin hemen hepsi karşıdakine veya “diğerleri”ne siyaset kısıtlaması koyma arzusunu ortaya koyuyor.
Demokrasiyi geliştirmeyi tartışmıyorlar, kendine tam diğerlerine eksik demokrasiyi konuşuyorlar.
Bu geriye gidiş, sürekli yeni çatışma alanları üretilmesinin ruhi temellerini artırıyor. Kuşku ve endişelerin sürekli beslenmesiyle de siyasete hastalıklı bakışların hâkimiyetine giriyoruz.