‘Dayanma’ tercihi
.
Türkiye’nin, Avrupa Birliği ile ilişkisi, çeşitli iniş çıkışların ötesinde aslında yakın döneme kadar bir “ilgisizlik” hikâyesidir.
80’lerde Turgut Özal tarafından bir “girişim” başlatılmış, ama devamı getirilmemiştir. Daha sonra “Gümrük Birliği” Ankara açısından bir “toplumların ortak projesi” olarak değil, ticareti geliştirme ve ekonomik gelişmeyle ilgili işbirlikleri olarak algılanmış ve öyle uygulanmıştır.
Ankara’nın Avrupa Birliği’ne “gerçek” anlamıyla ilgi duyması, AB’ye katılımın “toplum projesi” niteliğindeki bir hedef olarak ilan edilmesi 2002 sonrasında, AKP iktidarıyla gündeme gelmiştir.
Bunun siyasi sonucu, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi resmen aday ülke kabul etmesi, ekonomik sonucu da işbirliklerinin ve ticaretin “patlaması” oldu.
Ankara’nın, daha önceleri gerçek anlamda bir Avrupa Birliği hedefine sahip olması için “demokratik reformlar”la ilgili siyasi iradesi olması gerekirdi ki 2002’ye kadar böyle bir iradenin varlığından söz edilemez.
Türk halkı bu hedefi, 2002 sonrasında benimsemiş, hem ekonomik bir gelişmenin dayanağı olarak hem de demokratik değişimin güvencesi olarak görmüş, açık bir siyasi destek vermiştir.
O dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine halk desteği yüzde 70’lere kadar varmıştır. Önceki 30 yılda “merkez”in ilgi ve inanç duymadığı, sol ile radikal sağ ve siyasi İslamın ortak “düşmanı” olarak algılanan bir projenin 2000’lerde ulaştığı bu destek toplumun kendi değişiminin ve değişim talebinin en önemli göstergelerinden biridir.
Avrupa Birliği’nin bir tarafı çok değişik nedenlerle; kimi iç sorunlar, kimi dini, kimi ekonomik gerekçelerle Türkiye’nin üyeliğine karşı dururken Birliğin diğer tarafı Türkiye’nin üyeliğini bir çeşit “Türk baharı” olarak görmüş, desteklemiştir.
Ankara’nın ve toplumun geniş kesiminin son pozisyonu hâlâ “AB kriterlerini sonuna kadar yerine getirmeliyiz, ama bunu üyelik için değil kendimiz için yapmalıyız” cümlesiyle ifade ediliyor. Bu, Batı’nın bazı çevrelerinden süregelen dışlayıcı tavra karşı Ankara’nın ve Türk toplumunun hem kendine güvenini hem de demokrasi iradesini tekrar eden bir pozisyondur.
AB üyeliğinde ısrarın üç faydasını da uzmanlar hatırlatıyor. Üyelikte ısrar etmek, Ankara’nın ev ödevlerini yerine getirmesinde belli bir hızlanma sağlayacak, böylece Batı’daki Türkiye algısıyla ilgili değişimi de hızlandıracak, Türkiye’deki demokrasiye yönelik tehditlere karşı dayanışma ve desteği artıracaktır.
Avrupa’nın belli siyasi mihrakları Türkiye’ye, Türk halskına yönelik çok haksızlık yaptı, ama bunlara “dayanmak” da bir siyasi tercihtir ve faydasını esasen Türk halkının göreceği bir tercihtir.