Bir de sendika var
.
Dört gündür çıkmayan bir ses var, sendikanın sesi. Sendika susuyor, en çok konuşması gereken anda susuyor.
Biliyoruz, Türkiye’de sendikacılık devlet eliyle iğdiş edilmiştir; biliyoruz, işsizlik korkusunun bu kadar büyük olduğu bir ortamda sendikacılık yapmak kolay değildir.
Tabii ki böyle bir facianın ardından, birinci sorumlu olarak gözler önce işverene dikilecektir, ikinci olarak da denetimden sorumlu olan devlete.
Öğreniyoruz ki Türkiye’de Avrupa Birliği’nde yürürlükte olan iş güvenliğiyle ilgili bütün yönetmelikler geçerliymiş. Avrupa Birliği “müktesebatına“ dâhil olan bu yönetmelikler tercüme edilmiş ve son çıkan iş güvenliği kanununa uygun olarak yürürlüğe sokulmuş.
Ama burada da “gibi yapmak“ hâli ortaya çıkıyor. Tercüme hatalarının yanında, yönetmeliklerde çok sayıda belirsizlik olduğunu da iş güvenliği uzmanı Cengiz Göztepe‘den öğrendik.
İşçiler adına
Birçok medeni kural konuyor, ama bol miktarda “yeterli sayıda“ veya “uygun miktarda“ veya “en az iki“ gibi ifadeler kullanılıyor.
“En az iki“ dendiği zaman kimse “üç“ yapmıyor. “Yeterli sayıda“ dendiği zaman “yeterli“yi herkes kendi belirliyor, “uygun miktar“ herkese göre değişiyor.
Avrupa Birliği müktesebatını taşıyorsunuz, ama bu kurallara koyduğunuz belirsiz ifadelerle sadece “gibi yapıyorsunuz“.
Burada çıkıyor, en büyük sendika sorusu. Avrupa işçilerinin, sendikalarının yüz yıllık mücadelelerle elde ettiklerini aslında aktarmıyorsunuz, aktarmanıza da gerek yok, çünkü altta, “sendika“ yazan yerde “mücadele“ yazan yerde büyük bir boşluk var.
Maden iş kolunda üç büyük sendika var, bunların üçü de 1980 öncesinde önemli hak mücadelelerine imza atmış sendikalar. Ve bugün yoklar.
Devlet onları çok hırpaladı, çok budadı ama var olmak zorundalar. Birinci sorumlu işverenin de, ikinci sorumlu devletin de denetçisi ancak işçiler adına sendika olabilir.
Soma faciasının ardından çıkacak derslerden birisi, belki de önemlisi sendikalara aittir.