Batı’ya anlatmak
.
Kendimizi kandırmayalım, Türkiye’de ne olduğunu Batı’ya, Batı’nın kamuoyu, karar vericileri ve basınına anlatmakta zorlanıyoruz.
Bunun birinci nedeni, Batı’nın güvendiği bilgi ve yorum kaynaklarının en sert Erdoğan muhalifi tarafında olmasıdır.
İktidara yakın kaynaklar ise uzun süredir Batı için itibarlı kaynaklar değildir. Bunu da kabul etmek zorundayız.
Bu kesim, daha 15 Temmuz gecesinde oldukça kuşkulu yorumlar yapmış, ne olduğunu anlamaya bile zahmet etmeden ortaya sorular atmıştır.
Batı’nın itibar ettiği Türk kaynakları uzun süredir demokrasinin zaten askıda olduğunu, Erdoğan’ın diktatörlüğüne doğru gidildiğini savunmaktadır.
Bunun Batı basınına çok kuvvetli şekilde yansıdığını da biliyoruz. Batı askeri diktatörlük ile sivil diktatörlük üzerinden bir kıyaslama yaparak gerçekten uzaklaşmıştır.
Batı’ya derdimizi anlatmak ve halen geçerli önyargıları değiştirmek zorunludur. “Ne isterlerse düşünsünler” deyip kestirip atmaya siyasetin de medyanın da hakkı yoktur.
Buradaki bir başka zorluk da yeni ortaya çıkmıştır ve bunun da açıklaması yoktur. Gazeteci ve yazarlarla ilgili gözaltı kararları alınırken bu kadar geniş davranılmasını değil Batı’ya kendimize de açıklayamayız.
Şair, yazar, felsefeci Hilmi Yavuz’un, yazar Şahin Alpay’ın, gazeteci Nazlı Ilıcak’ın gözaltına alınmalarını, bazılarına kelepçe vurulmasını hiç kimse açıklayamaz.
Kamuda, eğitimde, orduda gözaltıları, tutuklamaları, işten çıkarmaları izlerken, isim isim bilemediğimiz için bu kararları veren yetkililerin “bir bildikleri” olduğunu düşünüyoruz.
Ama Hilmi Yavuz’u, Şahin Alpay’ı, Nazlı Ilıcak’ı iyi tanıyoruz ve bunların bir darbe girişimi içinde olmalarının imkansız olduğunu biliyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, uygulamada bir yanlışlık olursa “muhalefet uyarsın, gereği yapılır” demesini de herkes önemli bir talimat ve güvence olarak görmelidir.
Darbe temizliğini yaparken ne kadar hassas olursak kendimize de Batı’ya da o kadar güven veririz. Şu andaki meselemiz budur.