Yıldız yaralanması
.
Duruyor. Başucumda. Günlerdir. Ara ara rastgele bir sayfasını açıp okuyorum. Yeniden.
Perihan Mağden romanları böyle oluyor. “Ali ile Ramazan” silindir gibi geçmişti üzerimden. “Yıldız Yaralanması” mutlu sonuyla en azından... Öldürmedi.
Bir genç kızın, hastalıklı derecede hayranı olduğu şarkıcının evine sızmayı başarmasıyla başlıyor kitap. Günlerce gizli gizli yaşıyor malikânede. Yıldız’ının giyinme odasında kürklerin arasında yaşıyor, kimse ortada yokken mutfaktan bir şeyler aşırıyor... derken bir gün Yıldızının kırmızı mayosunu buluyor... giyiyor... dayanamayıp havuza giriyor...
Ve yıldızına yakalanıyor... Fakat kapı dışarı edilmek yerine, Yıldız’ı onu seviyor, yanında kalmasını istiyor. Ona oda hazırlatıyor, yanında gezdiriyor.. Bir nevi nedimesi oluyor genç kız Yıldızının.
Bittabi Yıldızımız mutlu mesut bir aile kızı değil. Gelişi gidişi bol olan bir ilaç ve alkol bağımlısı. Ve tabi ki egosantrizmin doruklarında. Tüm dünya onun oyuncağı... Bizim genç kızımız “Sun” da elbette Teddy Bear’likten nasibini alıyor. Yaklaştıkça Yıldızına yanıyor, yaralanıyor.. Aşk denen marazi bataklıkta debelenip duruyor.
Fakat ne güzel lafları var Perihan Mağden’in... Ne güzel yaşıyorsun baş karakteri... Nasıl da gülünçleştirmeyi başarıyor “yıldızlık kurumunu”.. O İngiltere Kraliçesi muamelelerini... O hanımefendi yıkama yağlama servislerini... Tüm o etrafına bir hayran halesi yaratma ve onun konforunda yaşama numaralarını... Yalan dolan dünyayı... O kadar “gerçek” anlatıyor ki neredeyse alay etmediğini sanıyorsun yazarın. Neredeyse sevgiyle kutsadığını...
Ve de ne güzel anlatıyor sevinci... Nasıl da buluyor o kelimeleri... O metaforları.. Hiç uzatmadan. Neredeyse iki kelime ile. Dan!
Sonra ne güzel uçuruma atıyor mutluluğu. Küt! Bildiğin düşüyorsun. Paraşütsüz. Yine iki kelimeyle.
Kitap bitti ve düşündüm: Kim Yıldız değil? Kim meraklı değil ufacık bir fırsatta Yıldızlaşmaya? Hele ki ufacık bir şöhretleri olmaya görsün... Nasıl da dünya sadece onun kaprislerini çekmek için yaratılmış olur... Nasıl da kurtarıverirler “yüce” ruhlarını her tür vefasal yükümlülükten! Nasıl da “lütuf” görürler kendilerini “sefil” dünyalarımıza! Nasıl da hepimizin aç olduğu bir “ışık” sanırlar kendilerini! Nasıl da rahattır bu yüzden vicdanları! Durmadan konuşurlar, durmadan alırlar alırlar alırlar...
Ah etrafımda ne çok onlardan. Güdük, gülünç yıldız (olma) paralanmaları..
(“Yıldız Yaralanması”, Perihan Mağden. Everest Yayınları)