Veee kısmet yarışmasını kazanan...
.
Büyük gün geldi çattı... Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan aradılar ve “gelin bakalım Mutlaanım” dediler...
Yazılarımı takip edenler bilir, üç ay önce koruyucu aile olmak için başvurmuştum. Daha doğrusu önce evlatlık için başvurmuştum ama evlatlık koşulları bana uygun olmadığı için “koruyucu aileliliğe” yöneltildim... Ki pratikte çok da farkı yok.. Hele arayıp soranı olmayan bir bebeği alırsanız...
Salı günü, bir çocuğun dosyasını göstermek için çağırdılar kurumdan. (Detay detay yazıyorum zira “nasıl koruyucu aile olunur” birçok kişi merak ediyor.)
Cağaloğlu’ndaki Aile Bakanlığı Sosyal Hizmetler Müdürlüğü'ne gittim. Artık iyice ahbap olduğum Leyla ve Ayla hanımlarla dosyaları inceledik.
Bir buçuk yaşında bir erkek ve yine aynı yaşta bir kız...
“A biraz büyük mü bir buçuk yaş?” falan derken...
Sonraaa... Sonra rüzgar esti, bir takım kağıtlar havalandı ve Leyla Hanım’ın aklına 5 aylık S. bebek geldi... (Rüzgar kısmı yok tabii ki..)
Bir kız bebek!.. Minicik! Kısmet yarışmasında bir buçuklukları yenen ve öne geçen bir yavru... Dosyasını okudum... Tealaaam! Dünyanın en gerizekalı çocuk yapış ve terk ediş hikayesi... Anlatacak değilim ama şu kadarını diyeyim: Memleket yemin ederim bol miktarda (en kibar deyimle) “saçma” insan kaynıyor...
S. bebeği doğar doğmaz yuvaya bırakmışlar ve bir daha da ne gelen ne giden...
Oğlan, oğlan derken karşıma bir kız çıktı iyi mi... “Sevgili oğlum” yazıları şimdi biraz saçma oldu ama mühim olan niyet...
Çarşamba günü S. bebeği görmeye gittim. Tanışma günü! Bir gece önceden o kadar heyecanlandım ki gecenin bir yarısı uykum kaçtı ve sabaha kadar, kutup ayısı olduğundan şüphelendiğim komşumun klimasının motorunun zırıltısını dinledim...
Sabah kalktım Bahçelievler’deki büyük çocuk yuvasına gitmek üzere yola çıktım. Neden bilmiyorum yol boyunca bir ağlama tutturdum... Metrobüste otobüste herkesin yüzüne baktım... Yüzlerinden hikayelerini okumaya çalıştım. Aralarında kaçı yetim kaçı öksüz diye düşündüm...
Sonra, binayı buldum. Birkaç formaliteden ve birkaç kapıdan geçtikten sonra...
Geldi... Pembeler içinde...
Zeytin gözlü bir kız...
O kadar ufak ki kucağıma aldığımda neredeyse hiç almamış gibi oldum. Yok gibiydi.. Sıfır ağırlık...
S. bebek prematüre doğmuş ve hiç anne sütü emmediği için gelişimi biraz geride kalmış...
Ah işte o an yüreğim güm güm çarpmaya, başımın üstünde yıldızlar yanıp sönmeye, içimden bir şeyler hızla akmaya, midemde kelebekler kanat çırpmaya başladı... Falan...
Demeyeceğim... Hayır öyle bir şey olmadı...
Yolda tutturduğum ağlama S. bebek kucağıma gelince bildiğin zırlamaya dönüştü... Tutamıyorum kendimi...
Hissettiğim tek duygu “merhamet”. Sevgi, sempati, beğeni falan değil sadece merhamet...
Ama böyle okyanuslar dolusu merhamet... İçinde boğulacağım kadar...
Yarım saat kucağımda uslu uslu oturdu... Sonra bebeği geri aldılar. “Yarın gene gelin” dediler.
Yol boyunca ağladım...
Sabaha kadar neden ağladığımı bulmaya çalıştım. Bulamadım.
Sabah erkenden uyandım. Erkenden yola çıktım. Bütün günümü S. bebek ile geçirdim. Bu sefer içeriye yaşadıkları odalara gittim. Mamasını verdim. Altını değiştirdim. Kucağımda gezdirdim. Zaman zaman yine ağladım... (Bu arada Bahçelievler Çocuk Esirgeme Kurumu 0-2 yaş bölümü, benim şimdiye kadar gördüğüm en güzel yuva... Hem binası hem eşyaları hem de bebeklere gösterilen ihtimam, temizlik, düzen çok ama çok başarılı... Çok etkilendim.. İçiniz rahat rahat çocuğunuzu “bırakın” demeyeceğim elbette ama içiniz rahat rahat çocuk “alın” diyebilirim..)
Akşama doğru “hadi siz bebeği bu hafta sonu izinli çıkarın” dedi sonra bir görevli.
Bahçeye çıktım. Derin bir nefes aldım. Ve peki dedim...
Şu an oturma odamda yanı başımda, kırmızı zembili içinde mışıl mışıl uyuyor...
Siz bu yazıyı okurken biz S. bebek ile ilk gecemizi geçirmiş olacağız...
Bir yol bitti artık başka bir yol başladı.
İkimize de hayırlı olsun...