“Süleyman! İşte seni geçtim!”
.
Söylenene göre Bizans İmparatoru Justinian, yeniden yaptırdığı Ayasofya kilisesinin içine girip muhteşem kubbesini ve süslerini görünce böyle bağırmış! Sözünü ettiği Yahudi Kralı büyük Süleyman (Solomon). Geçtiğini düşündüğü de Yahudilerin artık olmayan Kudüs’teki büyük mabetleri.
Şimdi Süleyman Mabedi’nden kalan tek duvar meşhur “ağlama duvarı”. Duvarın tepesinde de Müslümanların kutsal yeri Kubbet us Sahra ve Mescidi Aksa yer alıyor.
Mevcut Ayasofya, esasen üçüncü Ayasofya. Birinci ve
ikinciler çok daha küçükler.
Üçüncü Ayasofya’ı yaptıran Justinian. Lakabı “Hiçbir zaman uyumayan imparator”. Alt sınıftan geliyor. Taşralı olduğu için İstanbul usul erkân ve entrikalarını bilmiyor. Ama daha önemlisi takmıyor. Etrafını soylu insanlarla değil yetenekli insanlarla dolduruyor. Çok iyi vergi topluyor. Gücünü de işte bu paradan alıyor.
Elbette memnun olmayanlar da oluyor. Ağır vergi, işsizlik ve başka olayların da tetiklemesiyle Nika isyanı çıkıyor. İsyancılar önce vergici bakanı azletmesini istiyorlar. Sonra bir darbe yapıp Justinian’ın yerine başkasını geçirmek istiyorlar. Justinian önce kaçmayı düşünüyor. Sonra akıllı ve gururlu karısı Theodora “Kaçmak bir imparatora yakışmaz. Erguvan rengi de bir kefen için mükemmel bir renktir!” diyor.
Erguvan, sadece imparatorun kullandığı bir renk. Theodora’nın demek istediği, “İmparatorluk pelerinini giy ve savaş! Ölürsen de pelerin, kefenin olur!”
Justinian, İstanbul’da kalıyor ve savaşa başlıyor. İsyancıları hipodroma çağırıyor. Herkes bir antlaşma, bir müzakere olacağını sanarak silahsız halde hippodroma gidiyor. Justinian hepsini askerlerine öldürtüyor! 30 bin kişi bir günde kılıçtan geçiriliyor. İsyan çok kanlı bastırılıyor.
Suikast ve darbe girişimlerinden kurtulan ve bir hayli de “dindar” olan Justinian ortalık yatıştıktan hemen sonra isyan sırasında çok zarar gören Ayasofya’yı yeniden inşa etmeye karar veriyor. Artık gücünü hem kendi halkına hem de dünyaya göstermesi gerekiyordur. Dahası on binlerce insana da iş vermesi.
Dev Ayasofya, ülkenin en ünlü matematikçi ve mimarına çizdiriliyor. Marmara Denizi’nden Boğaz’a giren herkesin göreceği kadar muazzam olmak zorundadır. İmparatorluğun her yerinden malzeme ve işçi geliyor. Efes’teki Artemis tapınağından sütunlar sökülüyor. Şimdinin betonu denilebilecek çok özel bir harç yapılıyor. Bunun için Rodos’tan gemilerce kil getirtiliyor. Mısırdan dev taşlar, Suriye’den sarı taşlar, Teselya’dan yeşil mermerler... Tam on bin kişi çalışıyor. Ve bin yıl boyunca rekoru kırılamayan en büyük kubbeli kilise, sadece 5 yılda bitiyor!
Harcında iktidar, inkılap, kan ve hırs yatan Ayasofya, çeşitli tamiratlar ve eklemelerle halen duruyor! Tam bin dört yüz yetmiş beş yıldır...
Mesele sadece büyük bir bina yapmak değil. Devrimsel bir bina yapmak. Ayasofya, mimarlık tarihinde önemli bir yer tutar. Hesabı, kitabı her şeyi değiştirmiştir. Osmanlı zamanında da model olarak alınmıştır. Oradan yola çıkarak Osmanlı tarzı oluşmuştur.
Yapabiliyorsak işte böyle bir şey yapalım. Kopya olmayan, Çamlıca’ya yakışan, hayranlık verici ve de yeni bir mimari olsun. Mehmet Ali Birand’ın dediği gibi şu yarışma yeniden ve uluslararası açılsın.
Yoksa ancak “Süleyman, senin kopyan oldum” diyebiliriz. Bu seferki Süleyman ama Kanuni
Sultan Süleyman...