Sevgili kızım/oğlum
.
Henüz yüzünü görmedim. Neredesin, ne yapıyorsun, kimsin, kimdensin onu da bilmiyorum. İlk defa bu sabah düştün aklıma.
Yatağımdan kalkmış, çayımı demlemiştim. Camı açıp derin derin nefes alırken... Kendi kendime “barış geldi” diye mırıldandım. Oğlum olsaydı, içim kim bilir ne kadar rahat ederdi diye düşündüm... En azından bir “ölüm” şıkkı silinmişti listeden...
Buz gibi havayı içime çekerken birden yüzün geldi gözümün önünde...
Belli belirsiz. O kadar ki cinsiyetin bile belli değil.
Dedim ki “Sen burada büyü! Bu evde gülücüklerini at! Ben sana, sen bana öğret. Birbirimizin hayat arkadaşı olalım.”
Sana kavuşmak için nereden başlayacağımı bilmiyorum. Beni zorlu bir yolculuğun beklediğini biliyorum. Bir sürü kağıt evrak formalite... İnsanlar evime gidip gelecekler, iyi bir anne olup olamayacağımı yarım saat içinde tartmaya çalışacaklar, dekorasyonumdan kitaplarıma, yatak odamdan sana vereceğim odaya kadar her şeyi didik didik edecekler... Belki komşularıma soracaklar, belki benim bile haberimin olmadığı “e-kayıt”larıma, “e-fiş”lerime girecekler... Nereye ne kadar harcama yapmışım, en son nereye seyahate gitmişim, eşim dostum kimdir... Kaç para kazanıyorum. Belki facebook hesabıma bakacaklar. Belki yazılarımı okuyacaklar.. Belki evimi gözetleyecekler... Belki mahkeme kayıtlarıma bakacaklar...
Bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok.
Ama sana kavuşacağımdan eminim. O gül yüzünün burada güleceğinden, o komik tombul bacaklarınla burada yürümeye başlayacağından, o kocaman gözlerinle burada dünyayı keşfetmeye başlayacağından, bana en çıldırtıcı soruları burada soracağından, kucağına al diye burada ortalığı inleteceğinden, hasta olup beni burada kahredeceğinden, sonra iyileşip yine beni burada mutlu edeceğinden eminim...
İsmini ne koyarım bilmiyorum. “Barış” bugünler için pek uygun olur. Keza “Umut” da. Umut olursa isimlerimiz arasında sadece bir harf fark olur. Bunun esprisini yaparız.
Bu mektubu on yıl sonra okuyacaksın. Bana “neden o gün?” diye soracaksın. “Çünkü” diyeceğim “O sabah başka bir Türkiye’ye uyanmıştım. Uzun ama güzel bir yolun başlangıcında bir Türkiye’ye. Kaçmak yerine kalmak istediğim, kalıp daha iyi olması için uğraşacağım bir Türkiye’ye. Karavanımıza atlayıp her karışını güvenle gezebileceğim bir Türkiye’ye... Yamuk yumuk da olsa, harap dökük de olsa, beton yığını da olsa, en azından kavga etmeyen insanların Türkiye’sine...”
Omzunun tekini kaldırıp “bu kadarcık mı?” diyeceksin, “bu kadarcık” diyeceğim. Alt dudağını bükük “daha çarpıcı bir şey bekliyordum” diyeceksin. Ben de gülüp geçeceğim. Nereden bileceksin ki 30 yıldır anacığının bunu bekliyor...
Evet bu kadarcık...
Bu.. Ka.. Dar...