Özümüzü tehdit eden tombul sevimsiz karikatür
.
Vatan Haber
Gazetemiz yazarı Mustafa Mutlu, evvelki günkü yazısında, ana okulunda okuyan beş yaşında bir çocuğun, arkadaşlarına üzerinde “Mary Christmas” veya “Happy New Year” yazan Noel Baba’lı kartlar dağıttığı için okul yönetiminden “Hıristiyanlık propagandası yaptığı gerekçesiyle” uyarı aldığını yazdı.
Mustafa Mutlu olayı, “adı hoşgörüsüzlük olan büyük bir sorun” olarak değerlendiriyor. Ve bu hoşgörüsüzlüğün “her geçen gün şiddetini biraz daha artırarak yaşam tarzımıza müdahaleye dönüştüğünü” söylüyor.
Mardinli AKP milletvekili ise yılbaşı süslemesi yapan esnafa bakarak “modernleşme adına özümüzü kaybediyoruz” diyor.
İfratla ve tefrit arasında olmak herhalde böyle bir şey olmalı.
Milletvekili “öz” derdinde, Mustafa Mutlu “yaşam tarzı” derdinde, okul müdürü veli kızdırmamak derdinde!
Esnafın beş kuruşluk daha mal satayım diye astığı iki metre pirinç lamba, üç parlak top, bir kırmızı beyaz kıyafetli tombul adam tasviri “özümüzü tehdit eden” “yaşam tarzımız” oldu öyle mi?
Dindar bir insan olmadığımı bilirsiniz. İnsanları iyi yapanın din değil vicdanları olduğunu düşünüyorum. Dine inancım yoktur.
Öte yandan dini severim. Din olmasa o muhteşem tapınaklar, havralar, kiliseler, camiler olmayacaktı. Binbir hikaye olmayacaktı. Aya Nikola’nın hikayesi de zavallı Yusuf’un hikayesi de etkiler beni. İnsan vücutlu, fil kafalı Hindu tanrısı Ganeşa’yı da severim. Benim top ten’im farklı.
Yaşam tarzı konusuna gelirsek.
Demre’deki yetim çocukların Aya Nikola’sı veya Kayseri’deki fakir çocukları Aya Vasil’i “yaşam tarzım” olabilir ama Amerikan alışveriş çılgınlığına destek versin diye Coca Cola’ya “satılmış” ve söz konusu markanın renklerine uysun diye kırmızı beyaz giysilere sokulmuş “o” tombul Noel Baba benim yaşam stilim değil.
Din adına değil ama sanat adına da kapitalizm adına o figürden tiksindiğimi de rahat rahat söyleyeyim yeri gelmişken.
Çocuğuma Noel babalı bir kart verdikleri için kıyameti koparmam, müdürlere koşmam ama o zihniyete de girsin istemem.
Öte yandan Mardinli AKP’li milletvekilinin dediği “öz”ün de ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum.
En güzel cevabı dünkü Taraf gazetesinde Leyla İpekçi verdi:
“Anadolu’nun onlarca inanç medeniyetini toprağın derinliklerine ittikten sonra ‘kendimiz’ olarak tanımladığımız bir ‘öz’ varsa hâlâ, doksan yıldır hayatın birçok alanında onu göremez olduk çoktandır. Yıkılıp yerine cami yapılacak diye korkanların çağdaş mabedi AKM mimarisi midir ‘öz’ümüz?
Süryanilerden, Ermenilerden, Rumlardan ve hatta Yahudilerden temizlediğimiz bu ‘steril’ topraklarda homojen, tekil, tekçi bir kültür, bir zevk inşa etmeyi denedik durduk. Fakat ironik biçimde, ‘kendi’mize ait dediğimiz gelenekler ve dini değerler ‘öz’ünü yitirmeye başlayalı neredeyse yüz yıl olmuş.
Bizler nedense bugüne dek bunun farkına pek varamamışız. Onlarca zevksiz mabet inşa etmiş, binlerce yanlış onarım çalışması yapmışız. Cumhuriyet zevkinin ürünü diye birbirinin tıpkısı caddeler açmışız her kasabaya. Cumhuriyet meydanları her yerde birörnek. çocuklarımız Noel ağacı süslemeye kalktığında feryadı basıyoruz. Üstelik yılbaşını kutlamak Hıristiyanlığın bile özünde değilken.
Modern ve seküler bir cehalet içinde kendimize zulmettik hep beraber. Bazılarımız çocuklarının kendi değerlerinden uzaklaşıp Hıristiyan değerlerini benimseyeceğinden korkuyor, bazılarımız ise birileri üniversiteye başörtüsüyle girerse diğerlerinin de ‘kapanacağından’ korkuyor.
Eğer buralı Hıristiyanların bayramlarını, dini yaşama biçimlerini inanç medeniyetlerini paylaşıyor olsaydık, kendi dinini hayatının bütünlüğü içinde algılayıp yaşamaya çalışan kendi Müslümanlarımıza da daha önyargısız bakardık.”
Evet nedir “öz” dediğimiz, buyrun tartışalım..