Şampiy10
Magazin
Gündem

Havaalanlarında geçen tuhaf bir hayat

.

ABONE OL
Vatan Haber

Yine havaalanındayım.

Hayatım, resmen havaalanında geçmeye başladı.

Ya ben yolcuyum ya da yolcu mu geçiriyorum Bazen ikisini birden yapıyorum. Önce yolcumu geçiriyor sonra ben uçuyorum veya bir yerlerden geliyor, bekliyor, yolcumu karşılıyor öyle eve gidiyorum. Yolcumu uğurladıktan sonra çoğu zaman “eve dönüp yazarsam geç olur” diyerek yazılarımı bir kafeye oturup yazıyorum. Havaalanındaki her kafeyi biliyorum artık. Hangisinde elektrik prizi var, o prize hangi masa yakındır, hangisinin sandviçleri kötü, hangisinin kahveleri iyi, hangisinin garsonları uyanık, hangisinin müdürü gıcık... Evet hepsini biliyorum. Kafe latte ile başlayan siparişlerim mutlaka bir sandviç, bir su ile devam ediyor ve bazen de bir tatlıyla noktalanıyor. Ve neden anlamıyorum aynı zincirin şehir içi şubesinde ödediğimden çok daha fazlasını ödüyorum.

Bu kadarla kalsa yine iyi. Aşağı katta bir Günay Eczanesi var, orada bir mıknatıs var sanki. Yara bandıyla başlayan alışverişim bir müptelalığa döndü. Her seferinde muhakkak surette bir ihtiyaç uyduruyorum ve illa oraya uğruyorum. Bazen bir ilacı giderken ısmarlayıp dönüşte aldığım ol uyor. Bazen 5 liralık diş fırçası yüzünden 100 liralık alışveriş yaptığım oluyor. Eczanedeki arkadaşlar bana verdikleri ilaçları takip etmeye kalksalar son bir yıllık sağlık raporumu ve alışkanlıklarımı rahatlıkla çıkartabilirler. “Gastroenterolojik açıdan biraz sorun var, bağırsaklara ve idrar yollarına dikkat; kardioloji temiz, psiyatrik ilaca bir başvuru yok ancak sık baş ağrısı mevcut.. Bir de hijyen malzeme düşkünlüğü gözleniyor.. Her seferinde bir diş fırçası alıyor. Ya salaklık derecesinde unutkan ya obsesif kompulsif..” (Cevap: Unutkan hüleyn!)

Ya bir fön çektirmeyle başlayan kuaför macerama ne demeli? Gereğinden erken geldiğim nadir günlerden birinde üstüne uçak da rötar yap ınca canım sıkıldı, saçlar çok fena, baktım bir kuaför tabelası (“Parisli Cemil”) çıktım üst kata. O koltuğa o oturuş, o oturuş. O gün sadece fön çektirdim. Dönüşte maniküre gittim. Bir hafta sonra ucundan acık kestirdim. Dönüşünde bakım yaptırdım ve şimdi vakit bulup mahalle kuaförüne gidemediğim için 24 saat açık Parisli Cemil’in müdavimi oldum.

Bu kadar mı? Hayır. Postanesinden muhasebecime faturalarımı yolluyorum. Turkcell’den fatura işlemlerimi yaptım, Vodafone’dan modem çubuğu aldım, çiçekçisinden çiçek yaptırdım, bankasından döviz aldım, kitapçısından onlarca kitap, çantacısından (yemin ederim) 1 bavul, 2 el çantası aldım.

Eh artık bitirdim havaalanını derken... Son numaram: Airport Otel’de kalmak! Şimdi açıklayamayacağım nedenlerle bunu da yaptım. Odaya ısmarladığım hamburgerle ( tanesi 20 TL) bana hayli pahalıya patladığını itiraf etmek zorundayım. Memnun kaldım mı diye sorarsanız... Açıkçası hayalimde aprona bakan bir odada kalmak vardı fakat penceresiz bir oda düştü kısmetime. Penceresiz oda mı olur demeyin, oluyormuş. Benim için de bir ilkti. İnsan biraz tuhaf olmuyor değil.

Özetle: son on yılın en sevilen pop felsefecisi Alain De Botton’un “Havaalanında bir hafta” kitabını yaşıyor gibiyim.

Ancak ADB ile aramızdaki mühim fark: O, Londra Heathrow havaalanı tarafından davet edilmiş, kendisinden izlenimlerinden oluşan bir kitap yazması istenmiş, bir hafta boyunca ağırlanmış, notlarını tutusun diye özel bir masa hazırlanmış, tek kuruş harcatılmadığı gibi iyi de bir para ödenmişti.

Benimse (ne yazık ki) sponsorum yok.. Otoparkıydı, bir buçuk misli pahalı kahveleri, hamburgerleri, osu busu derken (tamam otel konusunu açmayalım, o başka mesele) maaşımın yarısı burada kalıyor. Ne biçim bir hayat bu dedim kendi kendime az evvel Rus bir kız yanımda kırık Türkçesiyle sevgilisine derdini ağlayarak anlatırken. Ne tuhaf bir hayat. Uzay istasyonlarında yaşıyor gibiyiz. Kürkler içinde Ukraynalı kadınlar, sisler içinde yaşlı karıkocalar, röfleler altında ezilmiş sonradan zenginler, tekerlekli bir valiz almak yerine dev çantalarını sırtlarında taşıyan ve bellerini bitiren hesapça anarşist gezginler... Kitaplarını ve dilini çok sevdiğim Akdoğan Özkan şöyle dedi bir mektubunda havaalanları için: “İnsanları ‘atenşın pliiz’lere sarmalanmış bir takım komutların peşinde kuyruğa sokup hız ayinlerine davet eden tapınma mabedleri oralar.”

İşbu yazı da yine bir havaalanı kafesinde yazıldı. 46 lira masraf edildi.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Memleketimden Soma manzaraları
  2. En güzel imkanlara sahip morg
  3. Girit’te Konya’yı aramak
  4. Girit’in kalbine doğru
  5. Hayatımızı ne şekillendirir?
  6. Selanik’te Türkçe propaganda!
  7. Günlüklerin acı şahitliği: Delila
  8. Söylemesem olmazdı
  9. Gezi’den sonra 1 Mayıs artık manalı değil
  10. Ermeni meselesi hallolunmuştur

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.